Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KALBİN İNSANA ŞAHİTLİĞİ

– 43-
Tevbe Suresi 15. ayetteki “Allah dilediğinin tövbesini kabul eder” vurgusu o anla ilgili olarak ders alınması gereken çok önemli bir şeydir. Karşı taraf size saldırmıştı. Ama işler düzeldi, tedavi gerçekleşti, şimdi doktor devreye girdi. Önce hastanın ihtiyacı olan cümlelerle onun tedavisini yaptı, şimdi diyor ki; tedavi oldun, artık işe hücumla bakma; Allah dilediğinin tövbesini kabul eder; karşı taraftakilerin de tövbesini yani Hakk yola girişini kabul eder. Bunu Tevbe-11 açıklıyor: “Eğer onlar tövbe eder, salâtı ikame eder, zekâtı verirlerse dinde kardeşleriniz olurlar. Biz ayetleri bilen kavme açıklarız.”
Kin ve gadab kalktı, çünkü tövbe kapısı herkese açık. “Tövbe kapısı kapanmaz” çok doğru bir cümle değildir. Tövbenin kapısı yok ki kapansın. Kapanmaz, kapısı yok demektir. Kapanmayan yere hiç kapı yapılır mı? Hiç kapatmayacaksan niye kapı yapasın ki? “Tövbe kapısı kapanmaz” demek, “tövbenin kapısı yok” demektir.
İmtihan kulun kendi
halini öğrenmesi içindir
Ankebut Sûresi 2: “İnsanlar denenip ne olduklarının sonucu görülmeden, iman ettik lafıyla kurtulacaklarını mı sandılar?”
Demiştik ki, ne düşüyordun da cennettesin diye bir şey yok, ne yaptın da cennettesin var. Yaptığın önemli ama doğru imanla! Efendimiz (SAV) sahabelerden birisine buyuruyor: “Ne zaman cennette yürüsem ayak izini duyuyorum. Ne yapıyorsun da cennette ayak sesin geliyor?” Bakın “ne düşünüyorsun da, nasıl inandın da” demiyor. Zaten inancın/düşüncen yanlışsa bu kulvarda olamazsın. Seni bu kulvarda tutacak şey ameldir. Ne yaptın da oradasın? Mübarek buyuruyor ki; “hep dediklerinizi yapıyorum, başka bir şey yapmam.” Düşünüyor ve diyor ki; “aklıma şöyle bir şey geldi, her abdest aldığımda hemen iki rekât salât ikame ederim, bir bu var.” Ankebut-2 bize; “insanlar denenip ne olduklarının sonucu görülmeden, iman ettik lafıyla kurtulacaklarını mı sandılar?” derken, “iman ettik lafı kurtulmak için yeterli değil” demiş oluyor. Ayet, imanın amellerle ortaya konulması gerektiğini söylüyor; imanınız amellerle ortaya konulmadan kurtulamazsınız, kurtulamayacaksınız gerçeğinin altı çiziliyor.
Ayette geçen “denenmek” ifadesine de bakalım. Denenmek fitneye düşürülmek demektir. Kur’an’da “imtihan edilmek, denenmek” geçtiğinde daima fitneye düşürülmek akla gelmelidir. Fitne ise ikilem demektir. İkilem, normal esfele safiliyn yaşantının içindeki tereddüt ve ikilemler değildir, Hakk ve bâtıl konusunda ikilemdir. Bir fikrin, bir davranışın Hakk mı bâtıl mı olduğunda ikileme düşmektir. İkileme düşünce bâtılın cazip gelmesi ise fitnedir. Demek ki, denemeye yani imtihana, kulun bir konuda ne yapacağını Allah’ın öğrenmesi gibi bakamayız. İmtihan kulun kendi halini öğrenmesi içindir; kulun kendisine kendisinin şahit olması içindir. Kulun ameline kendisinin şahit olmasına imtihan/deneme denir. Normal insan yaşantısındaki “deneme ve imtihan” kelimelerine bakarak “Allah insanları sınıyor” zannetmek Allah’ı tanıyamamak demektir. Ayetlerdeki deneme ifadesi insanın kendisini tanımasının adıdır.
Yöntemimiz: Soruyu Kur’an’dan
soruyoruz, cevabı da Kur’an’dan arıyoruz
Son üç paylaşımımızda Tevbe Sûresi’nin 13-16. ayetlerini iniş anındaki manasına göre anlamaya çalıştık. Bu ayetleri ötelememek için şimdi bir de bu ayetlere kendimiz için nasıl bakarız, günümüzde nasıl düşünmeliyiz diye bir tefekkür yapacağız. Bu bakışla bu ayetlerde ne görürüz? 13. ayette sözü edilen topluluğun özellikleri nelerdi? Onlar yani müşrikler yeminlerini bozmuşlar, er-Rasulü yurdundan ihraç etmişler, hep savaş açan ve ilk saldıran olmuşlardı.
Yeminleri bozma ile başlayalım, onu günümüzle (kendimizle) ilgili değerlendirip, günümüzdeki zahiri halini yakalamaya çalışalım. Bu iki zahiri yakaladıktan sonra ayetteki bâtinî mananın içine nüfuz etmeye başlayabiliriz. O gün onlardaki üç hal neydi? Onlar yeminlerini bozdular, er-Rasulü yurdundan ihraç ettiler, daima ilk savaşı onlar açtılar. Bu özelliklerini saydıktan sonra Rabbimiz sormuştu: Öyleyse bunlarla savaşmayacak mısınız, yoksa onlardan korkuyor musunuz? Önemli ipuçları bunlar, şimdi bunları hayatımızda arayalım. Önce “yeminlerini bozmuşlar” halini ipuçlarıyla arayalım. Ayetleri böyle incelerken aslında hayatımızı ayetlere taşıma yöntemini de uygulamış oluyoruz. Yeminlerini bozmuş olmak nedir, bunu inceleyelim. Yöntemimiz hep aynı: Bir şeyi ararken soruyu Kur’an’dan soruyoruz, cevabı da Kur’an’dan arıyoruz.
Kıyamet Günü “bu işten habersizdik” demeyesiniz diye yemin ettiniz
A’raf Sûresi 172: “Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden kendi zürriyetlerini ahzedip alıp onları kendi nefslerine şahitlendirerek “elestü Bi Rabbiküm (ben değil miyim Rabbiniz?” dediğinde) onlar da “bela şehidna (evet bilfiil şahidiz)” dediler. Kıyamet Günü “biz bundan gafil idik demeyesiniz” diye.”
“Sen Tanrı mısın?” kitapçığımızın sondan ikinci bölümünde, Âdem aleyhisselamın cennetten çıkışını ele alırken bu konuyu geniş olarak gördük, dileyen okurlarımız bakabilirler.
Anlıyoruz ki Kıyamet günü “ya Rabbi bu bilgilerden habersizdik” demeyelim diye şahitlendirildik. “Kalıp”tan bahsetmiştik hatırladınız mı, işte bu bilgi kalıbınıza işlendi. Siz bunun farkındasınız, yani kalıba işlenişi tasdik ettiniz. İşte bu, o anlatım içerisinde “bir yemin” oluşturuyor. Sizin kalıbınıza “Rabbiniz Allah” bilgisi işlendi, bu bilgi size verildi, kalıbınız buna şahid oldu, bunda sizin tasdikiniz de var. Yani siz “ben bu bilgiyi duydum ama anlamamışım” diyemezsiniz. “Evet” diyen; “bela şehidna” diyen şahitliğiniz var. Yani bu bilgi sizde mevcut. Bu durum Fıtrî Yemin olarak bilinir. A’raf Sûresi 172 ve 173. ayetler, İslam Dini Prensipleri içerisinde Kul’un Fıtrî Yemini kabul edilmiştir. Bu yemin, Kıyamet Günü “bu işten habersizdik” demeyesiniz diyedir. Başka ne içindir?
Kalbin şahitliği nereye kadar?
A’raf Sûresi 173: “Ve bir de; daha önce atalarımız yalnızca müşrik olarak yaşarlardı, biz de onlardan sonra onların devamı bir zürriyetiz. Bâtılı işleyenler yüzünden bizi helak mi edeceksin?” demeyesiniz diye.”
Kıyamet’te de dünyada da “biz bundan habersizdik, böyle bir bilgi bizde yoktu” demeyesiniz diye buna şahid kılındınız. Bir de suçu atalarımıza yıkmayalım diye.
Bu noktada bir karşılaştırma yapalım; insanın şahitliğini ve şeytanın-cinin durumunu karşılaştıralım.
Kehf Sûresi 51: “Ben onları (İblis’i, cinleri) sema ve arzın yaratılmasına da kendi yaratılmalarına da şahit tutmadım. Ve hiçbir zaman mudill (saptırıcı) olanları yardımcı edinmiş değilim.”
Demek ki cinni şeytanın böyle bir şahitliği yok, kalıbında böyle bir bilgi yok ve böyle bir yemini de yok. Böyle bir yeminden sorumlu değil. Ne böyle bir yemini ne böyle bir bilgisi var. Daha önce demiştik ki, şeytan Hz. Âdem’i cennetten çıkması için kandırmış değildir. Kandıracak olsa Hz. Âdem hemen kanmaz. Şeytan kendisi için doğru olanı, inandığı şeyi söylemiştir. Onun bilgisi bu, o böyle inanıyor, bu yüzden kendi bilgisine göre doğruyu sunmuştur. Hz. Âdem onun anlatırken yemin eden ve doğruyu sunan bu haline kanmıştır. Anlatım tarzı içerisindeki ifadeyle böyledir.
Bu yemini destekleyen bir özellik de Şems Sûresi 7, 8, 9 ve 10. ayetlerde mevcuttur:
“Nefse ve onu düzenleyene. Sonra da ona fücurunu ve takvasını ilham edene ki; gerçekten onu (nefsi) arındıran kurtulmuştur. Onu gömüp (gizleyerek) yaşayan ise gerçekten kaybetmiştir. Nefsi gömüp gizleyen kaybetmiştir.”
Özellikle 8. ayetten anlıyoruz ki kalıbımıza işlenmiş bir şey var: Ona hem fücurunu ve hem de takvasını ilham edene. Yani kişiye şu bilgi işlendi: Yeminine uygun davranmazsan, fitne fücurla meşgul olursan başına ne geleceğinin veya Hakk yolda yarışırsan, takva sahibi olur da takvada yarışırsan başına ne geleceğinin bilgileri sana işlendi, bu bilgiler de sende mevcut.
“Yeminlerini bozdular” halini kendimiz için anlamaya çalışırken Bakara Sûresi 30. ayete de bakalım. Bu bilgilerin yüklendiği kalıbın akıbetini anlamak için, arza gitmeden önce bu özellikleri almış olan kalbin akıbetini anlamak için.
Bakara-30: “Rabbin melaikeye; muhakkak ben arzda bir halife meydana getireceğim dedi.”
Demek ki bu bilgilerle bu özelliklerle bu kalb arzda halife olarak yaşayacak, bu bilgiler ve şahitlik ona halifelik kazandırıyor.
“Arz” kelimesini bildiğimiz arzın dışında da düşünün, onun gibi bir arz olan insan bedeninin hali olarak da ele alın. Bu bakışla bu üç ayeti birleştirdiğimiz zaman karşımıza bu kalbin çok önemli bir şeyi çıkar. O nedir? İnşaallah onunla devam edeceğiz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti