Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ÖYLE BİR MAHKEME, ÖYLE BİR SECDE VE ÖYLE BİR ÖFKE

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 13 Kasım 2017 Pazartesi 13:46:47
 

– 25 –
Bazı tasavvuf kitaplarında “bu âlem, bu sistem bir hayaldir” denir. “Hayaldir” denilen nedir, kime göre hayaldir? Önceki yazımızda kumanda ve poşet ile açıklamaya çalıştığımız örnek üzerinden söylersek, hayal yaratılan yapıdır, kumandanın üzerine geçirilen poşet değildir. Kime göre hayal? Allah’a göre! Poşet Allah’ın hayali değil ki, o senin zannın. Poşet, Allah’ın yarattığı yapıya sahip çıkıp tanrılığını ilân eden zann yapıyı yani “A” TAKDİM FORMU”nu temsil ediyor.
Talibin mahkemesi nasıldır?
“A” ve “B” yapıya ait farkları iyi anlamalıyız. Tabi şu gerçeği de unutmayalım: Bu anlattıklarımızı insan gözüyle anlatıyoruz. Allah izin vermeden “A” yapının sanal sahip çıkışları mümkün olabilir mi? Mümkün değil! Allah, sistemi içerisinde öyle dilediği için böyle oluyor. Neden böyle, birkaç cümle ile onun hikmetini göreceğiz. İleride bu bilgiler iyice oturduğunda, yaşarken sahip çıkan “A” yapıyla mı, yoksa yaratılan “B” yapıyla mı hareket ettiğimizi fark eder hale geldiğimizde yöntemleri de paylaşacağız. O zaman, yöntemlerden yararlanıp kurtulmak çok kolay başarılır, Biiznillah. Kişi manzarayı biliyor çünkü.
“A” yapıya ait veri tabanından kurtulmada zikrullah çok önemli olduğu için, şimdi zikrullahtan yararlanarak uygulanabilecek bir yöntemi paylaşalım: Dağlamak! Sanal bir zann olan ve yaratılan yapıya sahip çıkarak “müstakilen BEN” diyen yapının veri tabanının beyinden silinmesinin bir yolu o hücrelerin dağlanmasıdır. Bu cümleye bu kadar açık rastlamazsınız. Bu dağlama nasıldır, bir örnekle anlamaya çalışalım. Beyinde görme merkezi var değil mi? Bir cerrah o görme merkezini dağlasa görebilir miyiz? Dağlandığı için hücreler ölür, kişi göremez. Şimdi öyle bir dağlama sistemi tarif ediyorum ki, hücreler inaktif olacak ama ölmeyecek; dağlanacaklar ama yanmayacaklar. Çok mu benzedi cehennem ateşine? Yakacak ama onlar olduğu gibi duracak! İşte o hücreler cehennem ateşiyle bu dünyada dağlanırsa, sanal zann olan ve yaratılan yapıya sahip çıkan “A” kişiliğine ait veri tabanları çalışmaz hale gelir. Çalışmayınca fonksiyon da göremez! Canlı kalmasını sağlayan veri tabanlarının dağlanması, onların çalışmasını engeller ve kendiliğinden gerçek yapı gözükür. Peki, o dağlama neyle yapılır, o dağlayıcı nedir? Sistemdeki dağlayıcı cerrahın ismi KAHHAR’dır. Onun için, velilerin yaptığı zikrullahlarda Esma’ül Hüsna’lar arasında “Kahhar” ismini görürsünüz, onunla bu hücreler dağlanır. Aman, hemen gidip o cerraha müracaat etmeyin. Henüz yavaş yavaş sistemi anlatmaya çalışıyoruz, yöntemleri değil.
O dağlanmalar ve yanma anında hücreleri dağlanırken “A”nın ve “B”in onu yakan/dağlayan olaya bakışı farklıdır. Dikkat edin lütfen. Diyelim ki, bir kişi sizin o hücrelerinizin dağlanmasına vesile kılındı. O dağlanma sırasında tuzağa düşerseniz, devreye “A” yapı girer, siz dağlanmanıza vesile olan kişiye kızar durursunuz, sonuçta gerçek yaratılan yapıya sahip çıkan zulmani yapınız kuvvetlenir, tanrıların savaşı başlar. Karşıdakinin müstakillik ilan eden ve sahip çıkan kimliğiyle, önüne bu fırsat çıkmış olanın savaşı başlar. Hücrelerini dizayn etmek fırsatı varken kişi bundan yararlanamaz da kavgaya girerse, bu kavga yüzünden onun tanrı yapısı kuvvetlenir. Böyle bir kavganın dünyada çözüleceği yer neresidir? Mahkemeler! Ama siz eğer talibseniz size farklı bir mahkeme var, şimdi ondan bahsedeceğim. Talip olana hızlı adım attıracak çok önemli şeyi açık söyleyeceğim, fark eden için bu önemli bir açıklamadır: Talibin mahkemesi nasıldır, yani esas mahkeme nasıldır, o mahkemenin özelliği nedir?
Mahkemenin sorusu: İtiraz mı ediyorsun?
Talibin mahkemesinin dünya mahkemelerinden çok önemli bir farkı var; o mahkemede “haklı haksız” yoktur. Talibin Mahkemesi ayrıdır. Mahkemelerin farklı bölümleri var değil mi, Allah’ın mahkemesinde de pozisyonunuza göre bölümler vardır. Üzerine geçirdiği poşetle kumandanın özelliklerine sahip çıkan, yani poşete “BEN” diyenler herhangi bir konuda tartıştığında mahkemeye giderler ve dünyadaki muhakeme sistemi “kimin haklı kimin haksız” olduğuna karar verir. Ama talibin mahkemesinde “haklı haksız” yoktur. Çok dikkat edin, Seri-ül Hisab olan Allah’ın bu işi gördüğü o hızlı mahkemede haklı haksız yoktur. Oraya gitmişsen sana bir şey söylenir: İtiraz mı ediyorsun? Orada bu sesleniş vardır. Fark eden için çok önemli bir noktaya geldik: İtiraz mı ediyorsun? Çok dikkat edin lütfen, bu fark eden için çok önemli bir şeydir: İtiraz mı ediyorsun? İsterseniz onu senaryolandıralım. Kişi çok haklı ve talib mahkemesinde! Diyor ki; Allahım ben çok haklıyım, şu haksız, bana şunu yaptı, bana şöyle dedi… Ve sana sordular; haksız dediğinin o işi yaparkenki yapış emri kimin, kimden? dedin ki, elbette Allah’ın. Haklı, haksız tüm emirler O’nun. Bu durumda sen ne pozisyonunda kaldın? İtiraz eden! Bunu fark edin, talib itiraz etmez! Bu çok önemli! Bu yüzden, ilah yapıların haklı-haksız iddialarından ve didişmelerinden oluşan dünyayla Talib’in ilişkisi yoktur, yaratılan “B” halinin haklı-haksız tartışmasıyla ilişkisi yoktur. Onun ilişkisi neyle? İllâ Allah! Aksi halde ona “itiraz mı ediyorsun?” derler. Aynen böyle derler, gerçekten böyle diyorlar. Bir sürü dilekçe yazmışsındır, iyi bir şey alacağını sanıp, koşup oraya gidiyorsun, hepsini alıp çöpe atıyorlar ve “itiraz mı ediyorsun?” diyorlar. Bitti! Orada tek cümle var: İtiraz mı ediyorsun? İtirazla kapıdan giremezsin. “Ama haklıyım” mı dedin, o zaman derler ki, poşetlerin mahkemesine git, şikâyetine orada poşetler baksın, çünkü talibin mahkemesinde haklı-haksız yoktur, sadece bu var: İtiraz mı ediyorsun? Yaşantısında bunu fark eden kişi, her gün yeni bir şekilde, bu sahip çıkan zannın veri tabanının yanışıyla ilgili olayları tek tek görmeye, fark etmeye, yaşamaya başlar. O kadar enteresandır ki, eğer onları sahip çıkan, “ben ilahım” diyen yapıyla karşılarsa sıkıntıdan ağlar durur. Ama “B” yapınızla fark ederseniz o olay düğün bayramdır, yandıkça hayretiniz artar… Gördüğü yeni yapı nedeniyle o yanma kişiye doğum sancısı gibi gelir, yeni bir yapıya doğduğunu fark ettiği için onu neşeli görürsünüz, o yanma ona neşe ve huzur verir. Bir anda yeni bir şeyi, yeni bir hali fark etmiştir; onu bu dünyanın en somut işleri gibi yaşıyordur, zann falan değil. Sizin dünyada yaşadıklarınız ne kadar somutsa kişi o hali o somutlukta yaşıyor, görüyordur. Düşünün, bir cerrah operasyonda bir arkadaşınıza şifa veriyor ve siz de kapıdasınız. “Allahım, izin verme de kesmesin, operasyonu yapmasın” der misiniz? Kapıda şifa dileyerek beklersiniz, cerraha kızmak aklınıza bile gelmez. Dolayısıyla, hayatta size cerrahlık vazifesi olanlara da kızamazsınız. Fark ettiniz mi? Ne kadar farklı bir hayat değil mi? Bir anda hayat nasıl farklılaşıyor, fark ettiniz mi?
Gerçek secde nasıl olmalıdır?
Şimdi salattaki secdeye dönelim, “A” ve “B” yapıya ait secdedeki idrakı senaryolandıralım. Yüz yüze savaş sahnelerinin olduğu filmlerde, bir insan diğerini diz çöktürmek istediğinde ona nasıl “el aman” dedirtiliyor, bu manzarayı bir gözünüzün önüne getirin. Kişiyi önünde çöktürerek ona kendi üstünlüğünü kabul ettirişini düşünün. Anlattığım bu tablo poşetlerin işi, yani ilahlar savaşı tablosu ama burada secde ile ilgili önemli bir ipucu var. Üstünlüğünü kabul ettirtmek isteyen ilah, zayıf gördüğü bir başka ilaha “ilahlığımı kabul ediyor musun?” demek için onu önünde eğiyor, diğeri de “ilahlığını kabul ediyorum” dercesine eğiliyor. Tanrıların kavgasından, müstakil kimlik iddiasındaki zannların üstünlük kavgasından anladık ki, bu dünyada yere eğilmek alçalmaktır. Peki, secdede eğildiğiniz halde yükselme nasıl oluyor? Demek ki, secdedeki idrak önemli! Eğer, kişi kendini Allah’ın önünde düşünüp “şimdi O’nun önündeyim” zannıyla eğiliyorsa o secdedeki idrak şudur: Ben de müstakilen varım yani ben tanrıyım ama senin büyüklüğünü, Allah’lığını kabul ettim. Kuvvetlisin, sana gücüm yetmez, bu yüzden önünde eğiliyorum. Efendimiz (SAV)’in bize açıkladığı, önerdiği ve yaşadığı secde bu değil. “Salâtınızı dosdoğru ikame edin” ayetinin kastettiği salat ve secde bu değildir. Bu secde kumandayı ve özelliklerini örtüp ona sahip çıkan poşete aittir, yani sizin oluşturduğunuz zannın eğilmesidir, “Allahım ben zayıfım, zavallıyım, önünde eğiliyorum” halidir. Efendimiz’in açıkladığı salât ikamesi ve secde bu değil. Bu secde, tanrılar kavgasındaki, tanrılığını ilân etmiş birinin diğerine “yat önümde” demesi ile diğerinin yatarak üstünlüğünü kabul etmesinin pozisyonudur. Böyle secde yapan gerçek secdeyi fark edemez.
“Allahım yanlış yaptın” mı diyorsun?
Gerçek secde nasıldır, yaratılan yapı nasıl secde eder, o secde ederse ne olur? O yapı secdede YOK olur. Kendi yokluğunu ilân ettiğinde ortaya çıkan İLLA ALLAH’tır. Gerçek secde budur; İllâ Allah! Sizin gerçek yaratılan yapınızı yere yatırmanız, Allah’ın önünde eğilmek değildir, sembolik olarak onu yok saymanızdır; illâ Allah’tır. Oysa poşetle temsil ettiğimiz müstakillik iddia eden o kimliğin yere yatması “ben varım ama zayıfım, gücünü kabul ettim” demektir. Bu secdede ortaya çıkan bir gerçek yoktur, sadece beşeri bir korku! Gerçek secdede korku yoktur; Ehadiyet hakikatini anlamış kişinin Ehadiyet’i hiç değilse sembolik olarak yaşıyor olması vardır. Bu yüzden salâtın her rekâtındaki birinci secde tamamen yokluk secdesidir. Kumandanın özelliklerine sahip çıkan poşet öyle bir secde yapamaz. O secde yaratılan gerçek yapının yaşayabileceği bir haldi. Secde yapmak için tanrılıktan, o iddiadan kurtulmak gerekiyor. Kurtulmak gerektiği halde neden bu tanrılıktan kurtulamıyoruz? Bu soru hemen öfkeyi akla getirmelidir.
İnsanı tanrılıkta sabit tutan en önemli şey öfkedir. Öfkelenmemeyi öğrenmek gerekiyor. Önce öfkeyi göstermemeyi, yutmayı öğrenmen gerekir ki asıl marifet bu değildir. Eğer “öfkeleniyorum ama belli etmiyorum” diyorsan bu bir basamaktır ama asıl marifet bu değildir. Çünkü önemli olan, öfke halini hiç yaşamamaktır. Öfkeyi belli etmemek, henüz bu noktaya bile gelememiş halle kıyaslayınca çok yüksek bir marifettir, çok güzeldir, methedilecek bir haldir, ama kesinlikle talib için yeterli değildir, ilk basamaktır. Doğru öfke nasıldır, onu öğreninceye kadar, önce öfke halinin tamamen kalkması gerekiyor. Çünkü “A” yapının öfkelenmesi “yanlış yaptın Allahım” demektir. İster belli et ister etme, öfkelendiğin anda halin budur; “Allahım yanlış yaptın” diyorsun.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -25-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti