Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

SULTANLAR İLE SUFİLER ARASINDAKİ UYUM VE İŞ BİRLİĞİ

Uzun İslâm tarihi boyunca yöneticiler ile sûfîler arasındaki ilişkilerin genel karakteri çoğunlukla olumlu şekilde olmuş ve iki kesim arasında genel anlamda bir dayanışma gözlenmiştir. Bu birliktelik ve dayanışmanın Osmanlı tarihine yansıması da aynı olmuştur diyebiliriz. Hatta Osmanlı Devleti bu konuda daha özgün bir yapıda olup sûfîler devletin kuruluşu sırasında rol almışlardır.
İslâm tarihinde devletin tekkeye ve tekkenin devlete bakışında sultanların ve şeyhlerin kişisel tercihleri ve toplum taleplerinin yanı sıra gelişen olayların da etkisi olmuştur. Bu çerçevede sultanlar “zıllullah ve sultan-ı ehl-i İslâm/Allah’ın gölgesi ve Müslümanların sultanı” (Özsaray, 2018, s.2) lakaplarını haiz olarak İslâm’ın izzeti için çalışmayı gaye edinmişlerdir. Bu çerçevede bir yandan İslâm askerleri saydıkları orduları ile sefere çıkarlarken diğer yandan kendi devirlerinde yaşayan Ehl-i sünnet çizgisindeki şeyhleri seferde ve hazarda himaye etmişlerdir. Çünkü onlar Müslümanların genel kanaatlerine göre Allah’ın dostları ve Resulullah’ın mirasçısı kabul edilir, onların duasını almak makbul addedilir. Ehl-i sünnet çizgisindeki şeyhler de sultana ve saltanata/devlete tabi olmayı bu ana akımın genel görüşü doğrultusunda şart gördükleri için sultanları desteklemişlerdir. Çünkü sûfîlere göre de İslâm devletindeki sultan yeryüzünde Allah’ın gölgesi kabul edilir (Öztürk, 2015, s. 280; Özsaray, 2018, s. 3).
Hiç kuşku yok ki kuruluş devrindeki bu tasavvuf ehli zümrelerin gaza ruhuyla yaptıkları faaliyetler devletin kurucuları tarafından sağlanan imkân ve destek sayesinde olmaktaydı. Osmanlı devletinin kurucuları “devletin bünyesinin gücü” diye nitelendirdikleri âlimler, faziletli insanlar, edibler ve kemâl sahibi kimselerle samimi irtibat kuruyorlar, onların ayağına gitmekten çekinmiyorlar, fikirlerine müracaatla, görüşlerine itibar ediyorlar, âlim ve mutasavvıflarla yakınlıklar kuruyorlardı (Algül, 1999, s.265).
Yine Osmanlı Devleti’nin kuruluş idealine baktığımızda görülür ki padişahlar ve ordusu küffara karşı savaşları kuru cihangirlik davasıyla değil gaza, cihad ve fetih ruhuyla yapmaktaydı. Onlardaki bu mücahede anlayışının kaynağı hem İslâm dinindeki gaza ruhundan hem de atalarındaki alplik geleneğinden gelmekteydi. İlk zamanlarda bu mücahede içinde olan sultan ve askerlerine gazi ve alp unvanları verilmekteydi. Onlardaki gaza ruhu ta asr-ı saadetten gelmekteydi. Gazaya iştirak edip memleketine dönenler için kullanılan gazi tabiri ve şehit lafzı gibi kavramlar asr-ı saadetten itibaren kullanılmaya başlanılmış ve bütün İslâm beldelerinde savaşlara iştirak eden gaziler ve şehit olanlar saygın insanlar olarak hürmet görmüşlerdir. İlk Müslümanlar arasında meşru mazereti olanlar dışında herkesin harbe katılması gerektiğinden bu unvan hususen kullanılmıyordu. Çünkü her Müslüman gazi idi. Küçükler istisna tutulursa ashaptan gazi olmayan yoktu.
Müslümanlık ilerleyip bir kısmının savaşa gidip bir kısmının gitmemesi imkânı doğunca bu unvan özel olarak kullanılmaya başlandı. İslâm hükümdarları da savaşa katılıp bu unvanı alırlardı. Eski Türklerde yiğit kimselere “alp” denilmekteydi. Sözlükte alp için yiğit, bahadır, kahraman pehlivan anlamları verilmiştir (Şemseddin, 1317, s. 49). Bu unvan Türk lehçelerinde mevcut olup İslâmiyete girişten sonra da kullanılmaya başlandı. Abbasîlerin Şam Valisi Alp Tegin, Gazneli Alp Tegin, Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan, Karahanlı Emiri Alp Er Han, Anadolu Selçuklularında Nuh Alp ve Mahmud Alp bu unvanla anılan meşhur alplerdi. İslâmiyetin Türkler arasında yayılmasından sonra Türk alplerine önce alpgazi denilmiş, tasavvuf cereyanının halk arasında yerleşmesiyle de alperenler, yani mücahid dervişler unvanıyla bunlar uç bölgelerde yaşamışlardı. Bunlar Osmanlı devletinin kuruluşunda büyük rol oynamışlardı. Âşıkpaşazade’nin bahsettiği Anadolu gazileri Müslüman Alplerdi (Özsaray, 2018, s. 45).
Müslüman olan Alpler Allah yolunda gaza ve cihat fikrine yabancı değillerdi çünkü bu inanç eski dini inançlarında da mevcuttu. Eski Türklerde savaşlar Yüce Tanrı’nın rızasını kazanmak ve Tanrı’ya olan borcu ödemek düşüncesiyle yaplırdı. Buna en güzel örnek Oğuz Han’ın:
“Oğullarım çok savaştım Tanrı’ya olan borcumum ödedim” sözleridir. Bu ruh Türklerin İslâm dinine girmesiyle birlikte daha da gelişerek devam etmiştir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti