Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

YARATMAK, DUALAR VE MUCİZELER – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 30 Mart 2017 Perşembe 15:54:33
 

– 60-
İki şeyi karıştırmamak lazım ki günümüzde müslümanlar karıştırmaya başladılar. Çünkü iletişimin kuvvetli olması fayda sağladığı gibi beraberinde sakıncaları da taşıyor. Aslında herşey zıddıyla yaratıldığı için, siz bir şeyi yaratıldığı amaçlardan hangisi için kullandığınıza bakın, olayı görmeniz kolaylaşır. İki amacı da olacağı için, yaratılmış şeyleri suçlamak yanlış olur. Siz Nisâ-79 gereği kendinize baktığınızda göreceksiniz ki zıt olarak yaratılmışlardan yanlış olanı seçiyorsunuz. Bir yanlış sonuç varsa sebebi budur, yaratılan bir şeyden yararlanırken onun birbirine zıt iki sonucundan yanlış olanı seçiyorsunuz, o yaratılandan yanlış yararlanıyorsunuz. Yaratılanın suçu olmaz!
Bu yüzden şöyle bir karışıklık vardır, istemek ve dua birbiriyle karıştırılır. Hatta o kadar karıştırılır ki sistem de bu karışıklık için yardım eder, Allahu a’lem. Niye? Doğru yapanlar seçilip saflaşsın diye! Bir yerden halis zeytinyağı alıyorsunuz, birisi onu karışık olma ihtimaline karşı filtreden geçirirse memnun olursunuz, niye filtreden geçiriyorsun demezsiniz. “Benim bir de özel filtrem var, bir de ondan geçireyim” dese iyice sevinirsiniz. Bizim yağı özel filtreden de geçirdi, yağ iyice temizlendi diye düşünürsünüz. Dünyada da bu tür filtreler müslümanı sevindirir, müslümanlar saflaşıyor diye.
Allah’tan istemenin ismi duadır,
istemenin ismi değil!
Normal hayatta “istemek” öyle önemseniyor ki müslümanlar da istemeyi dua zannediyorlar. İsteme ile ilgili elde edilen sonuçlar dualarla elde edilenlerden istatistiksel olarak fazla çıkınca kişi duadan kesilip, o eleğe takılıp, istemeye yöneliyor. İşi bilmeyenlerin duayı istemek gibi anlatmaları da müslümanı duadan perdeliyor. Dikkat edin, insan ne isterse olur ve bu işin başlangıcıdır, başlangıç çizgisidir. Seyr-i sülûkta, insanın özelliklerini fark etikçe, hakikatini yaşadıkça görürsünüz ki insan ne isterse olur. Ne isterse olur, çünkü oradaki “insan” kelimesini biz koyuyoruz. “İstersem olur”u fark eden insan, onu kuvvetlendirici yöntemler geliştiriyor ve kimisi bunu dua zannediyor, kimisi de duadan perdeleniyor. Sonuçta ikisi de duadan uzaklaşıyor. İstemenin bir mekanizması var. O sistemi çalıştırmak için size bunun derslerini verebilirler; bir konsantrasyonu, bir yöntemi, bir sürü bir şeyi vardır. Hatta bunu anlatan birisi kendisine inandırmak için şöyle örnek vermişti: Deneyin, yatmadan önce “Ben saat dörtte kalkmak istiyorum” deyin ki. Böyle deyin ve buna inanın, saat dörtte uyanırsınız, saatinizi kurun o çalmadan uyanırsınız. Doğru! Kişi istemeyi önemserse kendisiyle ilgili bu sistem çalışır. Ama bu sistem onu fark etmeden mütekebbirliğe götürür. Gittikçe istemesi kuvvetlenebilir, yanına başka şeyler de eklenebilir. “Bırakın istemeyi hissetsem oluyor” demeye başlar. “Hissediyorum beni telefonla arıyor, hissediyorum geliyor, hissediyorum gidiyor”lar başlar. Oysa duanın bir mekanizması, bir tahsili, bir kursu yoktur. Dua doğrudan Allah’a yönelmek ve O’ndan istemektir. Allah’tan istemenin ismi duadır, istemenin ismi değil! Siz herhangi bir yöntemle kendinizden bir şey isteyebilirsiniz; beyninizi zorlayabilir, konsantre olabilir, gözlerinizi bir yere dikip isteyebilirsiniz ama onlar dua olmaz. İsteme sonuç veriyor diye, isteme sonucu işler meydana geliyor diye dua etmeyi başardığınızı zannetmeyin. Efendimiz (SAV)’e; “Onlara söyle, duaları olmasaydı neye yararlardı” dediği şey onların istemeleri değil. “Benden istemeseler neye yararlar” diyor. Çünkü emir verdim, zaten istekleri olacak, Ben Rahmanım. Rahman gereği bunlar olacak. Emrim gereği bunların olması onları aldatmasın. Aldanmayıp, kenara çekilip, benden isteyenler var ya işte bu kullar benim için öyle değerli ki. Rabbimiz böyle buyuruyor. Demek ki, “dua” ve “istemek” bu kadar ayrı şeyler.
Uzakdoğu felsefelerinden esinlenip isteme yöntemlerini dua diye anlatanlar da, onlara inananlar da çok büyük yanlış yaparlar. Mesele sonuç elde etmek değildir. Önemli olan, elde edilen sonucun neyin bileti olduğudur. Dua ile istediğiniz şey olmuyordur, sizin o haliniz cennete götüren bir lütuftur. Dua etmeyen birisinin her şeyi çok muntazam gidiyordur, malı mülkü, evi, ailesi her bir şeyi kendince yolundadır. Hiç hasta olmuyor olabilir. Ama onun o hali nereye bilettir acaba? Mesele o. Ahirete dikkat eden için “Bu beni nereye götürüyor?” sorusu önemlidir.
“Yaratmak” ancak Allah’a ait bir vasıftır.
Kulun kullanması tehlikelidir
“İyyakE nesta’iyn”i anlamaya çalışıyoruz. İlk mânâ olarak; “Allahım sadece SENden isteriz, ancak SENden isteriz” diyoruz. Bir ilerisi, “SENden isteriz”dir. Daha ilerisi “İsteriz” der kalır. O noktada zihninizden alternatifler öyle silinmiştir ki, “SENden isteriz” meâli bile size alternatifli gibi gelir. Kelime orada geçer ama sizin için o mânâda geçmez. Ne manada geçer biliyor musunuz? Muhabbet mânâsında geçer. O “Bir emir veren olarak SENden isterim” ifadesindeki “SEN” değildir, alternatifi olan bir kelime de değildir. O artık muhabbet duyduğunuz bir ifadedir, Allah’a seslenmeniz içindir, “SEN” demeniz içindir; SENden isterim Ya Rabbi. Anlattıklarımızın hepsi üst üste gelince inşâAllah size başka bir ifade oluşturur.
Geldiğimiz idraka ek yapmak için tekrarlıyoruz: Kul yaratılandır, Allah yaratandır. Paylaştığımız konular içerisindeki anahtar kelimelerden birisi buydu. Kur’ân’da böyle anahtar kelimeler vardır. Maalesef bu anahtar kelimeler anlaşılamadığı için onların açacağı yerler açılmamıştır. Anahtarı taşımak ayrı bir iştir, bir yüktür, açmak ayrı bir şeydir. Bunlardan birisi de dûniHİ-dûnillah idi, onu “Aşağıların Aşağısı” yazılarında da, kitapçığında da paylaştık. DûniHİ-dûnillah anahtarıyla Kur’ân mesajını açtığımızda Yaratan ve Yaratılan için şöyle bir vasıf öğreniyoruz: Kul yaratılandır. Yaratılanın ‘dışı’ kavramı vardır, orada başka kullar vardır. Dikkat edin, “dışı var” ayrı şeydir, “dışı var kavramı” ayrı şeydir. İyi bakıldığı zaman kulun dışı yoktur, ‘kulun dışı kavramı’ vardır. Ama kullar Birbirlerine Göre Var özellikleri içerisinde konuşurken “Kulun dışı var” diyebilirler, kul kula bunu söyleyebilir ki başka bir kul oluşsun. Ama hakikatte bir adım ileri giderseniz ‘kulun dışı var’ kavramı çok doğru olmaz. Var olan bir “kavram”dır, “kulun dışı” kavramıdır. Kulun dışı kavramı vardır. Allah’ın dışı diye bir kavram yoktur. Allah’ın dışı yoktur, yani dışı kavramı yoktur. Bu yaratıyor olmanın özelliğidir: Yaratanın dışı kavramı olmaz, dışı kavramı olan yaratamaz! Konu buraya gelmişken bir cümle ekleyelim ki bu kadar önemli ve özel bir kelimeye insanlar sahip çıkmasınlar, “yaratıyoruz, yaratıcı” gibi ifadeler kullanmasınlar.
“Yaratmak” ancak Allah’a ait olan çok önemli bir vasıftır. Kulun onu kullanması çok tehlikelidir. Yaratma özelliği “dışı” kavramı olmayana aittir. Yaratılanların “dışı” kavramı vardır, yaratma vasıfları yoktur. Onların bütün yaptıkları yaratılan malzemeleri kullanmaktır. İnsanların “yaratmak” kelimesini kullanarak söyledikleri ne tür ürün varsa, buna illüzyon benzeri şeyler de dâhildir, ne tür fikir, ne tür başarı varsa tümü Allah’ın yarattığı malzemeler kullanılarak yaptıkları şeylerdir. Dikkat edin, yaratmada malzeme kullanılmaz. Allah’ın dışı kavramı yok demek, bir şey yaratacağı zaman dışından bir malzeme kullanmıyor demektir, “yaratma” ona denir. İnsanın dışı kavramı vardır, dolayısıyla dışında başka kullar, yani başka malzemeler vardır, onlardan yararlanarak bir şey ortaya çıkarır. “Müstakilen VAR ve Muhtar” olanı bilmeyen insan bir yaratılanın bir ürününe, bir düşüncesine, bir başarısına bakıp ona “yaratıcı” der, “yarattı” der, onun yaratmasını tasdik eder. İşte tuzağa düştü, Rabbini unuttu, yıllarca zindanda kaldı…
Kulağımıza küpe olsun: Kul yaratılandır, yani dışı kavramı vardır. Allah yaratandır, dışı kavramı yoktur. Yaratma vasfı, yaratma fiili, yaratma cümlesi Allah’a aittir.
“Mucize” değil, “Allah’ın emri”
Kul yaratılan olduğu için, onun dışı kavramı olduğu için “İyyâKE na’budu” demek zorundadır, Yaratan’a teslim olmak zorundadır. İyyâKE na’budu: Bu bilgileri tasdik ediyorum. Ve İyyaKE nesta’iyn: Yalnızca senden isterim. Bu bilgileri, isteme bilgilerini ve sistemini tasdik ediyoruz. Burada bir tasdik zorunluluğu vardır. Bu yüzden, bir kulun “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” demesi zorunludur, hem de o kulun inanın ki kurtuluş cümlesidir. Sırası gelince fark edilir o. Bir ilaç almış, eve koymuşsunuzdur ama ilaç unutulmuştur. Sonra gecenin zor bir anında o ilaca (diyelim ki bu bir alerji hapı olsun) ihtiyaç oldu. Bir anda aklınıza gelir, “O ilacı şuraya koymuştum” der, alır yavrunuza verirsiniz, yarım saat sonra alerji geçer, rahatlarsınız. O ilaç orada iki yıl durdu. Ama onun ne olduğunu o an anladınız. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” diyenler, onu hakkıyla söyleyenler, hesap günü “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn diyenlerin ayrılması için “Suçlular ayrılsın” denildiği zaman o gruba girmezler. Suçlular “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” dememiş olanlardır. Takliden bile söylense bu çok önemli bir kurtuluş cümlesidir. Öyle bir merhamet sahibi ki Rabbimiz, “Merhameti kendime farz kıldım” diyor. Kendisine bir farz oluşturuyor; kullarına merhamet. Anlayalım diye söylüyorum, hesap gününde görevli bir kul olsa ve “Ya Rabbi, suçlular ayrıldılar. Ama şunlar ‘İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn’i takliden söylüyorlardı” dese, nefsine merhameti farz kılmış olan Rabbimiz, “Merhametim azabımı aştı, taştı” diyen Rabbimiz; “Olsun. Söyledi ya, söyleyenlerin içine girdi ya” der… Bu yüzden yaşıyorken “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” aşkını yakalamak, buna sarılmak, bunu zikrullah yapmak, hayat tarzı haline getirmek önemlidir. Biz de onun için “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn”i anlamaya çalışıyoruz.
“Meryemoğlu Mesih ancak bir rasûldür. O’ndan önce de rasûller gelip geçti. O’nun anası Sıddıyka’dır. İkisi de yemek yerlerdi. Âyetleri onlara nasıl açıkladığımıza bir bak! Sonra bak (yine de) nasıl (Hakk’tan) yüz çeviriyorlar.” (Mâide-75)
Âyet yine bize Rasûl mertebesinden ders veriyor, sıkıntıları yüklenmişlerden ders veriyor. Bu sefer ders olarak gördüğümüz Rasûl Efendimiz Hz. Îsâ aleyhisselam farklı özelliklere sahip bir Rasûl. Babasız dünyaya geldi, yani dünyaya gelişi insanlar için, insan diliyle söylersek bir mucize. Biz ona “mucize” değil de “Allah’ın emri” deriz. Mucize kelimesi sizi Allah’tan uzaklaştırıyorsa siz de kullanmayın. “Allah’ın mucizesi” ifadesi bana çok doğru gelmez, yaptığına hayret etmişsiniz gibi olur. Sınavlarda hep beş alan bir öğrenci bir gün on alırsa, “Bu onun için mucize” dersiniz, beklemediğiniz bir şeydir. “Allah’ın mucizesi” ifadesi çok doğru olmaz. Doğru kullanırsanız ayrı mesele ama çok doğru olmaz. “Allah’ın emri” demek daha uygun olur. “Allah’ın emri” ifadesinin üstünde bir kelime, bir duygu olabilir mi?
Konumuz değil ama yeri geldiği için bir cümleyle şunu paylaşalım:
Allah’ın sistemine, Sünnetullah’a doğru yaklaşalım diye Allah’ın sünnetullahı içerisinde bazı özel olaylar vardır. Hz. Âdem aleyhisselâm için annesiz babasız dersek bu yaşayan sünnetullaha uymayan bir hal. Ve Hz. Îsâ aleyhisselâm efendimiz de babasız. İnanan kişi için bu, “Allah’ı Sünnetullah’la sınırlamayın” dersidir. Mutlaka böyle olacak değil. Allah diledi mi öyle olur, diledi mi böyle olur. Bu olaylar tabiata tapanlar için ise “Sünnetullah’tan perdelenmeyin” dersini içerir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti