Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

MİLLİ MÜCADELEDE DİN ADAMLARI VE HOCA İ.ŞÜKRÜ ÇELİKALAY (1)

Tarihte kurmuş olduğumuz büyük devletlerin ve medeniyetlerin kuruluşunda olduğu gibi, Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasında ve yurdun düşmandan temizlenip Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da sûfilerin, din adamlarının ve müderrislerin çok büyük etkileri olmuştur.
1900’lü yıllar Türk Tarihi’nin en zor ve felaketlerin üst üste geldiği yıllardır.1912-1913 yıllarında yaşanan Balkan Savaşları hezimetinden sonra neredeyse Rumeli’nin tamamı Türk hâkimiyetinden çıkmış, 1914-1918 1.Dünya Savaşı ile birlikte devletin varlığı tehlikeye düşmüş, İstanbul işgal edilmiş, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile devletin varlığı resmen olmasa da fiilen sona ermişti. Mütarekenin beşinci maddesine göre sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanmasında kullanılacak az sayıdaki askerlerin dışında tüm askerlerin terhis edilmesini, mütarekenin 7. Maddesi ise müttefiklere güvenliklerini tehdit edecek bir durumda diledikleri yeri işgal etme hakkını veriyordu. Mütarekenin yürürlüğe girmesi, orduların terhis ve silahların da teslim edilmesi ile birlikte yurdumuzun en önemli merkezleri çeşitli bahanelerle düşman tarafından işgal edilmeye başlanmıştı. Anadolu ise işgale karşı bir ölüm kalım mücadelesini başlatmak üzereydi.
Ölüm-kalım mücadelesinin ilk günlerinde Atatürk’ün de belirttiği gibi, “Halk, hakiki vaziyeti anlamamışlardı. Fikirlerde karışıklık vardı. Dimağlar adeta durgun bir haldeydi.” yine Atatürk’ün ifadesiyle pek çok din adamı “hakikati halka izah ettiler. Doğru yolu gösteren vaaz ve nasihatlerden sonra herkes çalışmaya başladı” (Atatürk, 1989, s. 208).
Bu cümleden olarak, İzmir’in işgalinden sadece dört saat gibi kısa bir süre sonra düzenlediği mitingde “İşgal edilen memleket halkının silaha sarılması dini bir görevdir.” diyen Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin etrafında Denizlililer hemen birleşmişleridir. O, bu tarihi konuşmasında şöyle diyordu:
“Muhterem Denizlililer!. Bugün sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir, vatana karşı işlenen suçların, Allah ve tarih önünde affı imkânsız ve günahtır. Cihat, tam manasıyla teşekkül etmiş dini görev olarak karşımızdadır. Hemşehrilerim, karşımıza çıkarılan dünkü tebaamız Yunan’a biz mağlup olmadık. Onlar öteki düşmanlarımızın vasıtasıdır. Yunan’ın bir Türk beldesini ellerine geçirmelerinin ne manaya geldiğini, İzmir’de şu birkaç saat içinde işledikleri cinayetler gösteriyor. Silahımız olmayabilir, topsuz, tüfeksiz olarak sapan taşları ile de düşmanın karşısına çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi, haysiyet şuurumuz ile kalbimizdeki iman ile mücadelemizin sonunda zafer kazanacağız. Bu uğurda canını verenler şehit, kalanlar gazidir. Bu mutlak olarak cihad-ı mukaddestir. Sizlere vatanımızı düşmana teslim etmekten başka bir çarenin olmadığını söyleyenler, düşman esareti altında olanlardır. Onlar, irade ve kararlarına sahip değillerdir. Bu vaziyette onların emri ve fetvası aklen ve dinen caiz, makbul ve muteber değildir. Doğru olan vatan savunması ve bağımsızlık uğruna cihattır. Korkmayınız. Üzülmeyiniz. Bu liva-yi hamdin altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız. Müftünüz olarak Cihad-ı Mukaddes Fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum. Elinizde hiçbir silahınız olmasa dahi üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiili mukabelede bulununuz” (Sarıkoyuncu, 1997, s.79).
Din adamları Milli Mücadele kıvılcımını ateşlemekle kalmadıklar. Kimileri ellerinde silah, beldelerini de korumuşlardır. Örneğin Isparta’da Hafız İbrahim Efendi, DEMİRALAY; Afyonkarahisar ‘da da Hoca İsmail Şükrü, ÇELİKALAY adlarında gönüllerinden alaylar teşkil etmişlerdir (Sarıkoyuncu 1995, s.45-46).
Öte yandan hiçbir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yoktur ki, onun içinde veya başında bir din adamı bulunmasın. Bilindiği üzere TBMM, bu kuruluşların üzerine bina edilmiştir. Yine Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Anadolu topraklarına ayak bastığında, O’nu karşılayanların başında din adamları ön saflarda yer almışlardır
Kısaca ilk direniş fetvasını veren ve örgütünü kuran Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’den, İzmir Valisi İzzet Bey’in Yunan işgaline karşı çıkılmaması emri üzerine; “Vali Bey, Bu sakalım al kanımla kızarabilir, fakat alnımda Yunan alçağını sükûnet ve tevekkülle karşılamış olmanın karasını olduğu halde huzur-u İlahiye çıkamam” (Mısırlıoğlu, 1967, s.13) diye haykıran İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, Mustafa Kemal Atatürk’e “Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir” diyen Müftü Hacı Tevfik Efendi’den Milli Mücadele’nin meşru olduğuna dair fetva veren Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi (Rifat Börekçi) ve daha niceleri Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Ya İstiklal, Ya Ölüm” parolası etrafında birleşmişlerdir. (Sarıkoyuncu, A. ve Sarıkoyuncu Değerli, E. 2019, s.1-3)
Bu konuda Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu Hoca ile yüz yüze yapmış olduğum görüşmede aldığım bilgilere göre İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi, İzmir Valisi Kambur İzzet’e karşı çıkmış, imam ve müezzinlere emir vererek Yunan’a karşı Maşatlık mitinginin 14 Mayıs 1919’da düzenlenmesinde etkili olmuştur. Yine Sarıkoyuncu Hoca’nın verdiği bilgilere göre Rahmetullah Efendi, Atatürk ile Latife Hanım’ın nikâhlarını kıyan din adamıdır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti