Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

Nefs Terbiyesi 16

Neden nefs terbiyesi?

Yazılarımızın geldiği bu noktada bu soruyu neden soruyorum? Enbiya-29 ayetini hemen hepimizin çok öteliyor olmamız sebebiyle! Bu ayet, nefs terbiyesinin neden olmazsa olmaz olduğunu anlatan ama elhamdülillah Müslüman olmamız sebebiyle çoğumuzun duyduğu zaman beni ilgilendirmiyor deyip zihnimizi hızlıca kaydırdığımız bir ayettir.  Enbiya-29 öyle bir ayettir ki, dinleyenlerin büyük çoğunluğu onu öteler, halbuki neredeyse hemen hepimiz bizzat ayetin çok da içindeyiz: “Kim dȗniHi bir ilahım derse!” Ama bunu okuyan Müslümanlar olarak ayete bakıyor ve hemen “benim böyle bir iddiam yok!” diyor ve ayeti geçiyoruz. “Ben inanan olarak hiç böyle bir iddiam yok, ilahlık taslamıyorum” deyip ayeti öteliyor. Acaba öyle mi? İşte öyle olmadığı için nefs terbiyesi, olmazsa olmazımız. Ama bunun için kendimize hakem ve hâkim olmamız şart…

Lütfen şuna dikkat edelim: İnsanda, onun Allah’ın kulu olduğu bilincini bozan tek şey “Allah’ın dışı” kavramıdır, yegâne bozucu budur: Allah’ın dışı! Kesinlikle, insanın Allah’ın kulu olduğu bilincini bozan tek şey “dȗnillah ve dȗniHi” bakışa yani Allah’ın dışı var ve biz oradayız algısına sahip olmaktır. Bu bakışın devamı kendiliğinden “dışında” dediğimiz yerde müstakil varlıklar var sanmaktır. Dünyaya gelen her kul gibi biz de bir kere Allah’ın dışı kavramını oluşturduk, artık dışında birtakım varlıklar da oluşturuyoruz demektir. İşte böylece insan eğer inanıyorsa Allah’la beraber inanmıyorsa Allah’ı var saymayarak Sözde İlahlığı’nı ilan etmiş olur. Bunu Enbiya 29 ayetimizden öğreniyoruz, öğrenmeliyiz. ”DȗniHi” yani “Allah’ın dışı” zannıyla birlikte Sözde İlahlık bir algı olarak bize yerleşir. Oysa:

Şu gerçeği fark etmemiz ancak nefs terbiyesi ile mümkündür. Esas yani gerçek “VAR” Allah’tır. “VAR” ilaha ait bir vasıftır. “Var” bir vasıftır, bir özelliktir ve bu yalnız ilaha aittir. Demek ki bir ilah (ki O ALLAH’tır) “VAR”dır. Başka bir “var” daha olursa o da ilahtır. Konu uzamasın diye ayetleri buraya almadık ama o ayetlerde de Allah bu konuda bizi tefekkür ve tezekküre yöneltecek örnekler veriyor, eğer başka ilah olsaydı şöyle olurdu diyor (İsra-42, Enbiya-22). “Var” olmak ilah olmayı gerektirdiği için ilah olmadan var olunmaz! Öyleyse bir kişi “ben ilahım” demese de “varım ve muhtarım” zannı ve iddiası bu vasfın sahibi olarak o kişiyi kendiliğinden ilah yapar. Kişinin kendini “Allah’ın dışında bir yerdeyim ve orada varım” sanması onu müstakil yapar yani sözde ilah yapar. Bunu fark eden kullar olarak Enbiya 29 bize “Onlardan kim; muhakkak ki; ben, dȗniHi bir ilahım derse” dediğinde, onu öteleyemeyiz. Bu halden kurtuluşun, bunun azim, cihad ve gayretinin, bu hicretin adı nefs terbiyesidir işte. Biz de duamız olsun o da nefsimizi tezkiye ve terbiye halini hayrla yaşayan kullar olalım diye bunu sizlerle tefekkür ediyoruz

Nefs terbiyesi başlığı altında yazdığımız yazı dizimizde dunihi ilahı tanımaya çalışıyoruz. Tabi amacımız dunihi ilahı bir başkasında görmek değil, bizzat kendimizde olanı bulup yakalamak. Temelde “Müstakilen varım ve muhtarım” hissiyatından beslenen ilahı en kolay konuşma diliyle tanıyabiliriz. İlah, kendisinde var zannettiği müstakillik hissiyatıyla kendi yaşamına ve çevresindekilerin yaşamına yön vermeye çalışır. Bunu da en kolay konuşma diliyle yapar. Bunların neler olduğunu hatırlayalım.

  1. Suçlayan cümleler kurmamak.
  2. Batılı, suçluyu, yanlışı aklayan cümleler kurmamak.
  3. Şikâyet cümleleri kurmamak.
  4. Dunihi algıyla övgü cümleleri kurmamak.
  5. Sızlanma ve mağdur hissi uyandırma cümleleri kurmamak.
  6. İlahlık hissini yüceltme cümleleri kurmamak.
  7. Nefret kökenli hasetten kaynaklanan kıyas cümleleri kurmamak.
  8. Emir cümleleri kurmamak.
  9. Zihin rehberinizde bir kulu sözde noksanı ile etiketlememek.
  10. Hakkında bilgi sahibi olmadığınız konuların peşine düşmemek.
  11. İlahlık hissiyatının göstergesi olarak yemin etmemek.
  12. Allah’ın hükmüyle didişen cümleler kurmamak.

Nefsin şerrinin konuşma diline sahip olup olmadığımızı, konuşma dilimizde bunları kullanıp kullanmadığımızdan anlayabiliriz.

Zihin rehberimize bir kulu sözde noksanı ile etiketlemek de nefsin şerrinin konuşma diline aittir. Etiketlemenin insan davranışları üzerindeki etkilerini araştıran bilim adamları “kişi ne ile etiketlenmişse zamanla ona dönüşmeye başlar” demiştir. Öncelikle bu etiketlemeyi kendimiz için düşünelim. “Ben sinirli bir insanım” diyen bir kişi kötü bir olay karşısında öfke ve sinir duygusu kabarmasa da kendisini” sinirli” olarak tanıttığı için olay karşısında sinirli ve öfkeli olmak zorunda hisseder. Ya da kendini “dağınık” olarak etiketleyen bir insan dağınıklıktan rahatsız olsa bile kalkıp odasını toplayamaz. Aynı durum bir başkasını etiketlediğimizde de meydana gelir. Örneğin çocuğumuz için “çok tembel, ders çalışmak istemiyor” diyorsak çocuğumuzu yaptığımız etiketleme sonucu istese de ders çalışamaz hale getiriyoruz. Çünkü yaptığımız etiketlemeyi çocuğumuzun bilinç altı kabul ediyor ve ona uygun davranış sergilemeyi seçiyor. Başarılı olmayı istemesine rağmen ebeveyninin yaptığı etiketleme sonucu bir türlü o noksan etikti söküp atamıyor.

Birini sözde noksan bir etiketle etiketlemek ise ilahlık hissiyatımızın davranışıdır. Karşımızdaki kişiyle alay etmek, lakap takmak, eksik görmek, kendini beğenmek başkasını eksik görmek… bu gibi davranışların temelinde müstakilen varım ve muhtarım hissiyatı yatar.

Hucurat Suresi 11. Ayet;

“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin; zira onlar kendilerinden daha iyi olabilirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler; çünkü alay edilenler edenlerden daha iyi olabilirler. Biriniz diğerinizi aşağılamayın, birbirinize kötü ad takmayın. İman ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür! Günahlarına tövbe etmeyenler yok mu, işte zalimler onlardır.”

Rabbimizin uyarısıyla anladığımız nefsin şerrinin konuşma diline ait olan” birbirimize lakap takma, aşağılama, alay etme “nin bizi zalimler sınıfına soktuğunu görüyoruz. Dunihi algı içerisinde yaşadığımız zaman yani kendimizi Rabbimizden ayrı müstakil bir varlık olarak gördüğümüzde hayat bu yönde bize kolaylaşmaya başlıyor. Hızlıca nefsin şerrinin konuşma dili aktifleşiyor. Bu dilin aktifleşme sebebi ise içte olan müstakilen varım ve muhtarım algısıdır. Daha sonra biz farkında olsak da olmasak da bizden bu fiiller çıkmaya başlıyor. Kendini beğenen, başkasında eksik gören, başkasıyla alay eden, sözde noksan etiketle etiketleyen bir insana dönüştüğümüzü fark edemiyoruz bile.

Efendimiz (sav)’in hayatından örneklerimizle bu maddeleri daha iyi anlamaya çalışalım.

Hz. Hafta’nın (rab) kendisine ‘Yahudi kızı’ demesinden dolayı incinerek ağlayan Yahudi kökenli Hz. Safiye’ye (rab) Resulullah (SAS), “Sen bir peygamberin (Harun’un (as)) kızısın. Amcan (Musa (as)) da peygamberdir. (Şu an yine) bir peygamberin nikâhı altındasın. O, hangi konuda sana karşı övünüyor?”  Buyurmuş, Hz. Hassa’yı (rab) da Allah’tan (cc) korkması konusunda ikaz etmişti.

Resulullah (SAS), Huneyn Seferi’nden dönerken, içlerinde daha sonra Peygamberimizin (SAS) müezzinlerinden olacak olan Ebû Mahmure’nin de bulunduğu on kişilik bir grup aynı yolun yolcusuydu. Yolun bir yerinde Resulullah’ın (SAS) müezzini, namaz için ezan okumaya başladı. Henüz Müslüman olmayan Ebû Mahzur ve arkadaşlarının yüksek sesle müezzinin dediklerini tekrarlıyor ve onu taklit ederek alaya alıyorlardı. Resulullah (SAS) onları duydu ve içlerinden güzel sesli olanı yanına getirmeleri için bir grup gönderdi. Resulullah’ın (SAS) huzuruna geldiklerinde, “Yüksek sesini duyduğum hanginizdi?”  Diye sordu. Herkes Ebû Mahmure’yi gösterdi, Ebû Mahmure’nin kendisi de bunu kabul etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAS) diğerlerini gönderdi ve Ebû Mahmure’yi alıkoyarak ona, “Kalk, ezan oku.”  Dedi. Kalktı, ancak o an Ebû Mahzur için hiçbir şey ezan okumaktan daha zor olamazdı. Rahatsız olmuş ve bir yandan da öfkelenmişti. Bu duygularla Resulullah’ın (SAS) önünde ayağa kalktı. Peygamberimiz (SAS) ezan kelimelerini ona bizzat öğreterek okuttu.

Ebû Mahzur ezan okumayı bitirince Allah Resulü (SAS), içinde bir miktar gümüş bulunan bir keseyi ona verdi. Onun kalbini İslâm’a ısındırarak Müslüman olmasını arzuluyordu. Sonra onun alnına elini koydu, elini yüzüne sürdü ve göğsünden karnına kadar sıvazladı. Nihayet Resulullah (SAS), “Allah (cc) bunu senin için mübarek eylesin ve bereket senin üzerinden eksik olmasın.”  Diye dua etti. Bu olayın ardından Müslüman olan Ebû Mahzur heyecanla atıldı: “Ey Allah’ın Resulü! Mekke’de ezan okumam için izin ver.”  Resulullah (SAS) onun bu isteğini geri çevirmedi. Hz. Peygamber’in (SAS) tavrı karşısında Ebû Mahmure’nin kalbinde öfke ve nefretten eser kalmamıştı. Olumsuz duyguları tamamen Resulullah’a (SAS) karşı sevgi ve muhabbete dönüşmüştü. Ebû Mahzur bundan sonra perçemindeki saçları ne tıraş etti ne de ayırdı, çünkü oraya Resulullah’ın (SAS) eli değmişti.

Hucurat suresi 11. Ayetiyle Rabbimizin bize olan uyarısını ve nasıl davranmamız gerektiğini Efendimiz (sav)’in hayatına şahit olarak öğreniyoruz.

“Rabbimiz nefsimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ki ziyana uğrayanlardan oluruz”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti