Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

NEFS TERBİYESİ (Billahi Anlamda Hürriyet- DuniHi Anlamda Hürriyet)- 15

Ne söyleyecekseniz ve ne yapacaksanız onu mutlaka Allah ile ilişkilendirmek gerekiyor demiştik. Eğer kul “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını reddetmişse, duniHi algı ve zannlarını fark etmişse, onları reddediyor ve onlarla mücadele ediyorsa, sözlerini ve fiillerini mutlaka Allah ile ilişkilendirmelidir. Bunu o kadar alışkanlık haline getirmeliyiz ki bu ilişkiyi zihnimizden ve çok hızlı yapmayı öğrenmeliyiz. Zihnimizden ve çok hızlı! Ve bu konuda yalnızca kendimizi izlemeliyiz. Başkaları izlemek doğru olmaz. Başkalarını izlerseniz belki birisine faydanız dokunabilir ama kendinize zararı dokunacağı kesindir! Bu yöntemleri kendinizi izlemek için değil de bir başkasını izlemek için uyguluyor olursanız merak ve kıyas tuzağına düşmüş olursunuz, dini mevzularla yanlış işler yapıyor olursunuz. Bir başkasını izlemek kesinlikle kişiye zarar verir! Ancak: Aile içinde karı-koca, çocuk-ebeveyn ilişkilerinde eğer karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörü var ise o zaman yalnızca Allah rızası gözetilmek kaydıyla, karı-koca ve ebeveyn-çocuk ilişkisi bu izlemeyi kapsar. Eğer karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörü yoksa siz o izlemeyle ailede huzursuzluk ve kavgalara sebep olursunuz. Bu yüzden, saygı, sevgi, hoşgörü ve Allah rızası gözetilmek kaydıyla eşlerin anlaşması çok önemli! Bu şartlarda anlaşmışlarsa “birbirimizi ateşten kurtaralım, birbirimize yardım edelim, izleyelim” derlerse bu izlemeyi yapabilirler. Hele bir de aralarında aşk varsa, artık o en güzeli olur. Ancak bu, dünyanın en zor ve gerçekleşme ihtimali en düşük işlerindendir. Bütün bunlara rağmen bu söylediklerimizi yaşayan varsa bu nimetin kıymetini mutlaka bilmelidir.
Kur’an’dan bir öğüt, inananlar için bir uyarı ile devam edelim: “Tekasür sizi meşgul etti (oyaladı). Hatta mezarlıkları ziyaret ettiniz. Hayır, yakında bileceksiniz. Sonra bir daha hayır, yakında bileceksiniz. Hayır, keşke ilmel yakın bilseydiniz; And olsun cahiymi (cehennemi) mutlaka görürdünüz. Sonra, yemin olsun ki o cehennemi mutlaka aynel yakin göreceksiniz. Sonra, yemin olsun ki o gün nimetlerden elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekasür Suresi)
Ayetteki “Tekasür” ile kast edilen mana ilmel yakîn anlaşılamadığı için meallerde, tefsirlerde “tekasür” mal, mülk, evlat, akraba çokluğuyla övünme, bu sebeple mezarlıklara gitme, bu övünmeleri orada da devam ettirme olarak açıklanmıştır. Mealen bu doğru ama manasal açılımı anlaşılmazsa eksik olur. Ayetlerin manasal açılımı yakalanamadığı için mana bu kadarla kalmış. Hal böyle olunca da, “Ayet böyle dediğine göre mezarlar olmasın, mezarlıklara da gitmeyelim” gibi sonuçlar çıkarmışlar. Oysa Tekasür Sûresi bize o kadar önemli bir ilim kazandırmakta ve o kadar önemli bir bilgi yolu açmakta ki… Bir kere bu ayetlerden “mezarlar olmasın, mezarlıklara gitmeyelim” sonucuna ulaşılmaz. Rasulullah (SAV) Efendimiz’in mezarlık ziyaretleri hadislerde var. Bazıları da bu tür ayetleri bir tarih bilgisi gibi düşünüp “Günümüzde öyle şeyler yok, kim mezarlıklara gidip bu övünmeleri yapar ki” deyip ayeti ötelemişler. Bu yaklaşımlar bu ayetlerden perdelenmektir. Nasr Sûresi 2. ayeti hatırlayın: “Fevç fevç (bölük bölük) Allah’ın dinine girdiklerinde” der. Efendimiz (SAV)’e bir güzel bir manzara tarif ediliyor: Senin Tebliğine insanlar kalabalıklar olarak geliyor. Bakın ayette çokluktan, kalabalıktan bahsediliyor. Hac döneminde Arafat’ın kalabalıklığı Müslümanları memnun etmez mi? O halde mevzu kalabalıklık değil, mevzu şöyle yapalım böyle yapalım değil. Yaparken nasıl yaptığınız mevzusu! Burada da siz kalabalıkla ilgili hangi yöntemi seçtiniz, mevzu bu! Dolayısıyla burada Efendimiz (SAV) zamanında da olan, daha öncesinde de olan, günümüzde de olan, gelecekte de olacak olan bir mesele var: İlahlık hissiyatı üzerinden oluşturulan davranışlarla üstünlük, güç, kuvvet yarışı yapmak. Mesele bu! Burayı çok iyi yakalamak lazım; burayı yakalayan kurtuldu, bu kadar! İşte o La ilahe illallah! Bu kadar! Günlerce, saatlerce anlatılır, ciltlerle yazılır, söylenir ama bu kadar: La ilahe illallah. Mesele bu: İlahlık hissiyatı üzerinden oluşturulan üstünlük, güç, kuvvet yarışı yapmak! Tekasür Sûresi onu söylüyor: “Siz ilahlık hissiyatı üzerinden çokluk yarışı yapıyorsunuz. İlahlık hissiyatı üzerinden evlat çokluğu, mal çokluğu yarışı yapıyorsunuz.” Aksi halde, mal çokluğunu İslam dini sever. Zenginleri, zengin olmayı seven bir dindir İslam. Çünkü İslam’ın birçok gerekleri mal ile mülk ile yapılır. Ama siz bunu ilahlık hissiyatı üzerinden bir savaşa, bir yarışa çevirirseniz Tekasür Sûresi’nin bir uyarısı budur: Diyor ki; siz ilahlık hissiyatı üzerinden oluşturduğunuz davranışlarla üstünlük, güç kuvvet yarışı yapıyor, övülmek istiyorsunuz, “Ben başkayım, biz başkayız” demek istiyorsunuz. Bu yetmiyor, mezarlıklara, atalarınıza gidip üstünlük, güç, kuvvet savaşınız için onları da kullanıyorsunuz, “atam başkaydı, o şöyleydi” diye yaptıklarınız hep ilahlık hissiyatı üzerinden savaşlardır… Dolayısıyla, Tekasür Suresi ayetleri, hayat mücadelesi denilen şeyi tanrısal savaş şeklinde yaşamanın yasak ve yanlışlığını anlatır. Sûre, “hayat mücadelesi diye yaptığınız şey bir tanrılar savaşıdır, böyle yapmayın” diye bizi uyarıyor.
Efendimiz (SAV) zamanında bu tanrısal savaş imkânları mal, mülk, evlat, akraba çokluğu üzerinden iken günümüzde bu çok detaylanmıştır. Aynı savaş gene var, gelecekte de olacak ama konuları, malzemeleri değişmiş olarak. Bu yüzden Tekasür Sûresi’nin uyarısı daim geçerlidir. Tekasür Sûresi’yle bu anlatılanı ilmel yakin görseniz, bu anlattığımız şekilde anlayıp kavrasanız, siz cehenneme nasıl gidileceğini, cehennemin gereğini ilmel yakin görmüş olacaksınız. Ve bunun bir adalet meselesi olduğunu da göreceksiniz, çünkü bu konuda emin hisleriniz olacak. Buna rağmen Tekasür Suresi ayetlerini önemsemez, dinlemez yani bunları ilmel yakîn görmezseniz, hiç merak etmeyin, ahirette aynel yakin, gözlerinizle göreceksiniz.
Hadîd Sûresi 21. ayet ve Âl-u İmrân Sûresi 133. ayetlerinde Kur’an inananlara “Hayrda yarışın” diyor, “ilahlık hissiyatı üzerinden oluşturduğunuz davranışlarla yarışın” demiyor. Hayr konusunda yarış yapın; yani Billahi anlamda imanın gereklerinde yarışın, bu konuda yarışarak cennete koşun; yani cennete yarışarak koşun; dünyayı yarışarak terk edin diyor. Bu yarışı Billahi anlamda imanın gerekleriyle yapın, o yarışı hayat tarzı haline getirin. Nefs ile nefsin şerri farkına, yarış farkına dikkat edin lütfen. Her konuda böyle bir fark var. Bu yarışın bir özelliği şudur ki; hayrda yarışan bir inanan diğer inanan kardeşlerini bu yarışta öne iter, yarışı kazanayım diye müslüman kardeşi arkada kalsın istemez. Yarıştıklarının hepsini yukarı çeker. Çünkü Enfal Sûresi 72. ayet “hayrda yarışın” diyor. Bu öyle bir yarış ki kişi yarışırken kardeşini öne itiyor, aşağıdaysa yukarı çekiyor. İşin güzelliğine bakın, elhamdülillah. Bir de şu tersliğe bakın: Tanrılar savaşına hayat mücadelesi demiş ve onu hayat tarzı haline getirmiş olanlar, Tekasür Sûresi’ndeki manayı kavrayamamış olanlar, yani ilahlık hissiyatlarının davranışlarıyla yarışanlar var. Onlar kazanmak için “müstakilen var ve muhtar” zannettikleri için bir başka duniHi ilahı hatta tüm insanları, herkesi geri iterler. Böyle farklı iki yarış var. Tekasür Suresi’nde Rabbimiz bize “nefsin şerrinin bu merhametsiz, bu zalim, bu insafsız yarışını terk edin” diyor, nasıl terk edeceğimizi de öğretiyor: Konuşma dilini terk ederek! Ancak böyle! Çünkü nefsin şerrinin yaşama biçimi, onun atar damarı konuşma dilidir. Konuşma dilini düzeltirseniz nefsin şerrinin şah damarını kesmiş olursunuz.
Hud Sûresi 88. ayetle de Rabbimiz bize konuşmamızla ilgili bir öğüt verir; bir başarı sonucu takdir edildiğinizde şöyle deyin der. Tabi, sağlık, sıhhat ve afiyette olmayı, imanımızı, kulluk gayretlerimizi, verilen bütün imkânları başarı görmeli, böyle durumlarda da Hud Sûresi 88. ayeti söylemeliyiz. Bu ayet, söylediğimiz idrakla sadrımızı yıkamamızı öğütlemektedir: “Ve ma tevfiki illa Billah.” Manasal açılımını şöyle tefekkür edelim: Başardığınız şeylerin hiç biri sizin “müstakilen var ve muhtar” bir vasıfla yaptığınız şeyler değildir. O halde yaptıklarınız, özellikleriniz ve başarılarınız “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıyla yapılmış gibi, varmış gibi davranmayın. Her olan şey, her başarı ancak “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan Allah’tandır, Allah’tadır, illa Billah’tır. “Ve ma tevfiki illa Billahi” duruşu ile ilgili üç ana idrak söylemiş olduk. 1) Her sonuç Allah’tandır. 2) Allah’tadır. 3) İlla Billâh’tır. Bu idrakların üçü de geçerli ve makbuldür. Ancak üçünün de geçerli olabilmesinin en önemli şartı, bu idrakların “duniHi algısız” ortaya çıkmış olmasıdır. Bu idraklar duniHi algıyla ortaya çıkarsa çok tehlikeli olur. Örneğin, en makbulü olan “illa Billâh” idrakı en ilerisidir. DuniHi algıdaki bir kişide bu idrak varsa çok tehlikelidir. O kişi “ben Allahım” der veya “Allah bende yapıyor” der, “Allah benden açığa çıkıyor” der. “Bir Allah, bir de ben” ayrımı yaparak Allah’ı tenzili rütbe yapmış, kendisini de yükseltmiş olur. DuniHi algıyla bu idraklar yakalanırsa, bilgi olarak yakalanırsa böyle olur. Aslında duniHi algıyla bu idraklar hal olarak yakalanmaz, mümkün değil. Bilgisi yakalanabilir, bilgi zaten her tarafta var. Kişi edindiği İlla Billâh idraki bilgisini hal zannederse ve kendisindeki duniHi algının farkında da değilse bu çok tehlikelidir. İnsanların çoğu bu konuyu bilmiyor ve farkında değil. “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasındalar ama farkında değiller. Bilmiyorlar. Ama bazıları bu bilgiyi duymuş, öğrenmiş, sindirmiş, bu bilgi sanki haliymiş gibi davranıyor. Tehlike budur. Bu yüzden, kişinin “her sonuç, her başarı Allah’tandır, Allah’tadır, illa Billah’tır” idraklarından birini yaşaması için “duniHİ algısız” olması lazım…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER