Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

SEN TANRI MISIN? – 47-

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Temmuz 2019 Cumartesi 11:37:40
 

KUR’AN’DA GEÇEN “BİZ” BİZİM KULLANDIĞIMIZ
“BİZ, SİZ, ONLAR” GİBİ DEĞİLDİR
Pek çok ayette geçen “BİZ” ifadesinden biraz bahsedelim. Tiyn Suresi’nde “hakikaten biz, insanı en güzel bir surette yarattık” denir. “Ben yarattım” demiyor. Bu, tartışılır ve merak edilir. Maalesef bazen, çokluğu Allah adına meşru kılacak yorumlar yapılır: Yarattıkları var, Allah adına onlar yapıyor, bu yüzden “Biz” deniyor gibi açıklamalar yapılır. “Biz”i görmedikleri için! Bunlar “Biz”i görmeyenlerin tarifleridir. Bahçeye girmemiş, bahçeden koku almış, kokuya göre çiçek tarif ediyor! Kur’an’da geçen “Biz” bizim kullandığımız “biz, siz, onlar” gibi değildir. Öyle ele alınırsa mana anlaşılmaz. Allah’ın dilini Allah adına bakarsanız çözersiniz, insanca çözmeye çalışırsanız Allah’ı da insan gibi düşünür, çözemezsiniz, uydurursunuz. Allah “BEN” de der, “BİZ” de. Allah Kendisi için “Ben” der. Birisine “Ben” derse karşısında bir varlık olur. “Biz” ifadesi, Vahidiyet ve Ulûhiyet’teki tevhid manasının “Ben” anlamındaki dilidir ve seni de kapsar. “Biz” bir VahidülEhad seslenişidir; yaratma yani fikir başlamış o statüde Allah VahidülEhad’dir; Vahid’in seslenişidir o…
“İyyaKEna’buduVEiyyaKEnestaıyn”de de “Biz” geçer: Biz yalnız Sana kulluk ederiz, yalnız Senden yardım isteriz. “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” çok önemli bir idrak noktasıdır. Bu yüzden idrakınız nasılsa, oradaki “biz” o idraka göre söylenir. Tanrılık iddiasında olan “biz” deyince bir grubu kast eder. Eş koşmayan kişinin “Biz” demesi farklıdır. İdraken ilerlemiş ve vehmi tüketmiş olanın “Biz” demesi çok farklıdır, diyen de değişir. Ayetlerde Allah’ın “Biz” deyişini insanların kullandığı “biz” gibi ele alıp yorumlamak insanı yanıltır. Talibe bir seslenişle devam edelim:
Ey Talib Kardeşim, Ezan’da “Hayye ale’l-felâh” sana yalnızca ilerideki bir kurtuluş için “Tam Davet” yapmaz, özellikle o anki kurtuluşa çağırır. Kişi için önemli bir şeyi, telafisi olmayan bir olay: Hayye ale’l-felâh. “Haydi, Kurtuluş’a” derken “gelin ibadet edin ki ahirette kurtulun” demiyor. Davet edilen “kurtuluş” o an çalışan, o an yaşanacak bir kurtuluştur. O an! Sizi o an kurtuluşa çağırıyor. “Senin veri tabanındaki tanrılık ilanı, güneşin pozisyonu açısından o an güç kazanacak, gel onu törpüle, kurtul” diyor. O an kurtuluşa çağırıyor.
ÖNCELİKLE VEHMİ BENLİĞE ULAŞMAK, DAHA SONRA O VEHİMDEN KURTULMAK HEDEFLENMELİDİR
İlmi suretler olan cüzi manaları anlamaya, varmış sanmaya ve bu var sanışa göre muamele yapmaya yarayan idrak gücü vehimdir. Bu vehim tarifini dikkatle okursanız, öncelikli işin vehimden değil, zulmetinden kurtulmak olduğunu anlarsınız, ilk işin vehimden kurtulmak olmadığı fark edilir. Bu yolun yolcusu önce vehimden kurtulmaya çalıştığı için başaramıyor. Vehmi ve zulmetini birbirinden net ayırmadıkça ve önce zulmetinden kurtulmaya çalışmadıkça başaramaz da! Ortaya çeşitli tanrılar çıkar. İlmi suretleri (cüzi manaları) anlamaya, varmış sanmaya ve bu var sanışa göre muamele yapmaya yarayan idrak gücü olan vehimdeki bu var sanışın mekanizması hologram ile açıklanabilir. Ancak, insan kendisini ilk bilip takdim ettiğinde vehmin oluşturduğu var sanışın temizliğiyle “BEN” demez. Vehmi yapı Ahsen-i Takviym yapıdır, kişi reddedildiği vehmin zulmetiyle “BEN” der, vehimle değil. Esfele safiliyn hal ile “BEN” der. Bazı özel insanlar hariç, insan daima vehmin zulmeti ile “BEN” diyerek hayata başlar. Yani vehimle gelen “var sanış” o kadar kuvvetli yaşanır ki, insan “varım ve muhtarım” iddiasıyla “BEN” der; böylece örtücü ilahlığını ilan etmiş olur. Bu zulmani benlik olup Zulmani Bilinçten kaynaklanır. Vehmi benliğin kaynağı ise Rahmani bilinçtir. Zulmani Bilinç, Rahmani Bilinç’te bir kir oluşturarak onu örttüğünden, insan ilk takdiminde vehim ile “BEN” diyemez. Cennet zulmani benliğe kapalı olduğu için, öncelikle vehmi benliğe ulaşmak, daha sonra o vehimden kurtulmak hedeflenmelidir. Vehmi Benlik önemli bir mertebe olup en alt mertebesi Mutmainne’dir. Vehmi Benlik Nefs-i Mardiye’de kalkar. Bilenlerin “Mardiye’de kalkar” dediği benlik, sizin dünyaya gelirken “BEN” dediğiniz benlik değildir. O Cehennemlik benlik olan zulmani benliktir; muhtarlık iddiasıdır, Allah’a eş ko��an “BEN”dir, önce ondan kurtulacağız.
İSLAMİYET’TEKİ BİLİNÇ ARINDIRMAK NEDİR?
Şer ve necis olan zulmani bilinç fonksiyonsuzlaştırılarak geçersizleştirilirse Rahmani bilinç arındırılmış olur: İslamiyet’teki bilinç arındırmak budur. Diğerleri boşa uğraştır! Kendisini Allah’a eş koşan, Allah yokmuş gibi yaşar. Bu konuları biraz öğrenmiş ama tam kavramamış olan ise sanki Allah VahidülEhad, EhadüsSamed değilmiş gibi yaşar. İşte bu yaşantılar bilinci kirletir. Bu tip duygu, düşünce, inanış, hal, hareket ve davranışları temizlemek şartlanmalardan kurtulmaktır, bilinci temizlemektir. İslamiyet’in dışındaki diğer felsefeler bu dünya ile ilgili yetenekler kazanmak için uğraşlardır, onların sonu feth-i zulmani olur. Bilincini arındıran kişi haddi aşmışlıktan kurtulup “B” sırrı kapsamına hicret etmiş olur. “B” Takdim Formu “BEN”e yani vehmi “BEN”e ulaşabilmek için zulmani bilinci coşturan tesirlerden korunmak gerekir. Bu bağlamda, güneşin bu olumsuz tesirinden korunabilmede salât ikamesi büyük rol oynar. Salâtın oluşturduğu nur, zulmani bilincin nârını söndürür. Sırat Köprüsü’nde cehennemin bazı kişilere, “çabuk geçin, nurunuz nârımı söndürüyor” demesi gibi. Güneşin bu tesiri nedeniyle, gece hissedilebilecek ve yaşanabilecek Haşyetullah gündüz aynı şekilde yaşanamaz. Bu sebepledir ki, bağışlanma, af ve merhamet istemede ihlâsın açacağı kapıları değerlendirebilmek gerekir. Hayye ale’l felah; haydi kurtuluşa…
BURÇLAR TAMAMIYLA TANRI ÖZELLİKLERİDİR,
KURTULUN ONLARDAN
Şunu fark edelim istiyorum: Burçlar tanrının işidir. Bu yüzden puta tapanların veya yanlış din arayanların güneşle ve burçlarla ilişkisi kuvvetlidir. Güneşe tapanların yakaladıkları önemli özellik güneşin onlardaki etkisidir! Haklılar. Tanrılığını ilan eden, tanrılığından vazgeçmeyen güneşe tapmalı, ona yönelmelidir. Çünkü onu güneş yönetiyor, motive ediyor. Burçlar için yazılanlar da hep tanrısaldır, tanrı özellikleridir. Dikkat edin de kurtulmak için çalışıyorken onların esiri olmayın. “Akrebim, ben böyleyim” diyorsanız bilin ki, cehennemde akreplere de yer vardır. Burçlar tamamıyla tanrı özellikleridir. Tanrı tiplerini tanımak istiyorsanız onları okuyun, özelliklerini görün. Burçların dinle, tasavvufla ilişkisi var sanmayın, hayatı ve gerçeği oralarda aramayın! Kendinizdeki tanrıdan kurtulmak için burcunuza bakıp tanrılığınızın özelliklerini görün ve kurtulun onlardan.
Bir burç olan güneş öyledir ki onun etkisinden korunmaya çalışmayan Allah konusunda kesinlikle sağlıklı düşünemez. Dünya hayatı için şaşacağınız buluşlar yapabilir, çünkü güneş onun yardımcısıdır, onu iyi motive eder. Eğer “Hayye ale’s salah, hayye ale’l felah” uyarılarına tabi olup o anlarda güneşin etkisinden korunmazsanız, kendinizi Allah’a eş koşmaya devam edersiniz, kavrayamazsınız. Bu fark edememenin telafisi de yoktur. Sabah doğarken ve akşam batarken eğer o anlarda, uykudaysanız, Zikrullahla korunuyor değilseniz öyle bir tokat yersiniz ki kendinize gelemez, bir türlü tanrılıktan kurtulamazsınız. O kişi gün içinde hep kendisini haklı zanneder, tanrılığına yönelenlere hırçınlaşır, saldırır. Güneş doğduktan sonraki yarım saat, kırkbeş dakika ve batmadan önceki aynı süre korunulması gereken saatlerdir. Güneş doğduktan sonra uyursanız güneş o eğiklilikle size, beyninize öyle bir tokat atar ki bütün gün tanrılıktan kurtulamazsınız! Uyumayın, gerekirse tesbihi alın uzanın, ama uyumayın. Güneş batarken de uykuda olmayın, bu sefer de gece boyu tanrılıktan kurtulamazsınız. Efendimiz (SAV) buyuruyor: “O saatlerde uyursanız korkarım aklınız azalır.” İşte uyarı: Aklınız azalır! Aklı azalan salak olur! Salak kendini Allah’a eş koşar, kendini bir şey sanar ve “ben de müstakilen varım” der.
GÜNEŞİN TOKADINI YEMEMEK İÇİN…
Bu halden kurtulabilmek sağlıklı düşünebilmekle çok ilişkilidir. Sağlıklı düşünebilmek için, yani Hakk düşünebilmek için, Hakk’ı anlayabilmek için, Hakk’ı tavsiye edebilmek için, Hakk tavsiyelerini anlayabilmek ve Hakk yolunda sabır gösterebilmek için lazım olan akıl, ancak Hayye ale’s-Salah, Hayye ale’l-Felah uyarılarına uymak ve güneşin eğik olduğu o yarım saatlere dikkat etmekle olur. Salâtla meşgul olmayan farklı inanış ve felsefelerde olanlar bile o saatte uyumuyor, güneş doğmadan kalkıp bir şeyler yapıyorlar, sonuçta “hümanist tanrı, iyi insan” oluyorlar. Hedefleri o! Bizim hedefimiz tanrılıktan kurtulmak! Hedefi bu olan için uyanık olmak yetmez, yanında Zikrullah da yer almalıdır. Efendimiz (SAV) hadisinde diyor ki: “Kim sabah salâtını ikame eder, güneş doğduktan sonra işrak vaktine kadar Zikrullahla meşgul olursa, işrak vaktinde de iki rekât salât ikame ederse tam, tam, tam bir Hac ve Umre sevabı alır.” Her gün! Hac ve Umre göreviniz düşer demiyor, Hac ve Umre sevabı alırsınız, o kadar nur edinirsiniz. O saatte o işi yapasın diye önemli bir mükâfat konuyor. Oraya bir mükâfat konuyor ki güneşin tokadını yemeyin…
KUR’AN; BİZZAT BİZE “EY KÂFİR”
DİYOR, “EY MÜNAFIK” DİYOR
Şimdi, Efendimiz (SAV)’in tebliğini ele alacağız. Çünkü bu tebliğ fark edilmedikçe konunun anlaşılabilmesi, yaşanabilmesi mümkün olmaz; Muhammedî olmak mümkün olmaz! Kişi Allah’a inanıyor olabilir, çeşitli amellerle meşgul de olabilir, ancak Muhammedî olamaz! Özellikle çoğunluk öyledir ki “müslümanlık” adı altında tarif edilen amellerle meşgul olduğu halde Hz. Musa Kavmi idrakında yaşamaktadır. Muhammedî olabilmek farklı bir idrak noktasına gelmek, onu kabullenmek demektir. Biz onu anlamaya ve özümsemeye çalışıyoruz. Muhammedî Bakış Açısı ve Muhammedî İdrak’teki fark şudur: Efendimiz (SAV)’in Safa Tepesi’nde açıkladığı gerçek, yaptığı o tebliğe kadar bilinmeyen bir şeydi. Daha önce de “La ilahe İllallah”ın manasına yönelik çeşitli açıklamalar, çalışmalar vardı, ama Efendimiz’le birlikte gelen mana, Kelime-i Tevhid’in Efendimizle olan açılımı çok farklıydı. Efendimiz (SAV) insanlara bildirdi ki: Aslında siz kendinizi Allah’a eş koşuyorsunuz! Dünyaya gelmekle Allah’a eş/ortak bir idrakta oldunuz. Kendinizi eş koşuyorsunuz ama bunun farkında, bilincinde değilsiniz. Kendinizi Allah’a eş koştuğunuz sürece cennete giremezsiniz! Kendinizi eş koştuğunuz, kendinizi ilah ilan ettiğiniz o hale, işte ona “La ilahe” deyin. Öyle müstakil bir varlık (öyle bir ilah) yok. İlla Allah! Efendimiz bunu anlatmakla ve bu idrakla nasıl yaşanırı göstermekle görevli idi. Şimdi, sürekli anlatmaya çalıştığımız bu Tebliğ’i daha anlamak üzere bir tefekkür yapalım. Bizim bir başvuru kaynağımız Kur’an-ı Kerim’dir, O’ndan yararlanabilmenin bir yolunu araştırıp mutlaka bulmamız gerekiyor. Öyle olunca, Kur’an-ı Kerim’den yararlanmamızı engelleyen şeyleri bulup temizlememiz gerekiyor. Bunlardan birisi Kur’an’daki öğütleri ötelemektir. Fark edin lütfen, ayetleri mana olarak zihnimizde farklı algılayıp Kur’an-ı Kerim’deki öğütleri öteliyoruz! Örneğin Kur’an-ı Kerim’de bir ayet kâfirden, müşrikten bahsediyorsa, böyle bir ayeti okuyan genellikle “bir dönem puta tapılıyordu, onlardan bahsediyor” diyerek ayeti öteliyor. Ayeti masal gibi okudu, “benimle ilgili değil, ayet inanmayanlara, putlara tapanlara kızıyor” dedi ve öteledi. Bir başka ayette “şirk” kelimesini okur, “ben şirkle meşgul değilim” der, yine öteler. Zulüm ve zalim kelimelerini okur, “ben zalim değilim, zulümle işim olmaz” der ve öteler. Böyle yaklaşınca, Kur’an-ı Kerim’de bize hitap eden bir şey kalmıyor ki! Hiçbir şey kalmıyor. Oysa Kur’an-ı Kerim’de geçen tüm “kâfir” kelimeleri bizzat okuyana hitap ediyor. Bizzat bize “ey kâfir” diyor, “ey münafık” diyor. Şirkten bahseden ayetler bizzat okuyana “ey şirk ehli” diye sesleniyor. Zalim kelimesi bizzat okuyana “ey zalim!” diyor. Böyle bakarsanız daha önce ötelediğiniz tüm ayetler sizinle ilgili olur ve siz ayetlerden öğüt alabilirsiniz. Artık ayetler size hitap etmeye başlar ve siz okurken titremeye başlarsınız.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti