Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ALLAH’IN EMRİ VE ALLAH’LA YAPILAN SÖZLEŞMELER

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 15 Nisan 2017 Cumartesi 12:44:27
 

-75-
Dünkü yazımızı Hazreti Âdem’e, yani ilk Halifetullah’a ilişkin bir paylaşımla tamamlamıştık ama konumuz devam ediyor. Demek ki Âdemoğulları denince anlayacağımız; Kendinde Kendine Göre Var olan Halifetullah özellikli nefsler imiş. Yani Halifetullah özellikli Kendinde Kendine Göre Var olan Kayıtlanmış Kendini Hissetme Duyguları imiş.
Onlar henüz dünyada bedenlenmemiş ama varlar iken onlara Rableri; “Sizin Rabbiniz ben değil miyim?” diye soruyor. “Sizin Rabbiniz ben değil miyim?” diye sorar. Bu soru sorulduğunda onların bir özelliği şudur. Lütfen dikkat buyurun, çünkü bu âyete şimdi söyleyeceğim gözle bakılmak zorundadır. Bu soru sorulduğunda “Kendinde Kendine Göre Var” olan, yani “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu” olan bu nefsler, yani Âdemoğulları Ahseni Takviym yapıdadır. Çok önemli. Bu soru sorulduğunda “Evet, Rabbimiz SENSİN” diyorlar. Çünkü henüz alternatifi yok! Alternatifi dûniHİ algıda oluşuyor. Bu âyetteki soruya verilen cevaba dûniHİ algıyla bakarsanız bu yüzden anlaşılmaz. Normal prosedür içerisinde soru ve cevap o kadar prosedürün kendisi ki, hepsi Billâhi anlamda. Kısaca şöyle söyleyeyim, “Bir yerde ruhlar var, karşılarında da Allah, onlara sordu” gibi anlamak yanlış olur. Detaylarına girmeden şimdi lazım olanı almaya çalışıyorum, yanlışlardan sıyırmak için. Bu konuyu açıklayan A’râf Suresi 172. ayeti nasıl anlayacağımızı biraz sonra göreceğiz, ama önce yanlış anlamayı bir engelleyelim inşaAllah.
“Rabbiniz ben değil miyim?” aslında şöyledir de: Size kendinizi hissettiren, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygunuzu oluşturan, kendinizi hissetmeyi öğreten, kendinizi nasıl hissedeceğiniz hâl için lazım olan rızkları size veren BEN değil miyim? Bu konumda olan BEN değil miyim?
Bu durumda nefslerin; “Bil fiil şahidiz, Rabbimiz SENSİN” demeleri o kadar doğaldır ki. Dikkat edin “Elestü Bi Rabbiküm” sorusunda “B” var. Bu meâllendirilirken dûniHİ algıya göre cümlelendirildiği için, kişi bunu kendisini orada bile Allah’ın dışında sanarak algılıyor. Bu sözleşmeyi, bu âyeti tefekkür ederken bile kendisini Allah’ın dışında zannederek algılıyor. Dışından Allah onlara; “Rabbiniz ben değil miyim?” dedi, nefsler de “Evet” dedi gibi. Tamamen dûniHİ bir algı! DûniHİ algı küfürdür, böyle bir mecliste o algı olabilir mi?
Soru “Elestü Bi Rabbiküm” yani “B” var. Yani; “Sizleri ‘dışım’ kavramı olmaksızın Kendi Hissetmemden Hissetme vererek, Kendi “BEN” deyişimden “BEN” dedirterek yaratan ben değil miyim?” . Bu mecliste “dış kavramı” zaten yok!
İki doğru tartışılırken taraf olmayın
Ayet “Bellerinden zürriyetlerini alıp” diyor. Bu konuda tartışılan bir şey var. Bu tartışmaya geçmeden bunun kesret diliyle bir cümle olduğunu hatırlatalım. O, insanların bellerinden genlerinin, spermlerinin, döllerinin alınması manasına gelir. Tefsirlerde “Bu sözleşme ezelde mi yoksa rahimde mi olmuş?” diye tartışılmış. Bu işe biraz önce konuştuğumuz yöntemlerle baktığımızda şu önemli kuralı önemseyin lütfen: İslâmî âlimler bir şeyleri tartışıyorlarsa iki taraftan birini tutmayın, “Bana göre şu görüş doğru” demeyin, yanılırsınız. Bir örneği budur. “Ezelde mi, rahimde mi?” tartışmasına katılıp “Bana göre ezelde” veya “Bana göre rahimde” derseniz olmaz. Çünkü ikisi de doğru. Onu tartışanlar bir şeyi fark edemedikleri için tartışmışlar. Ama İslâm âlimleri tartışıyorsa genellikle iki doğruyu tartışıyor demektir. Neden tartışıyorlar? Mânâ çakıştıramadıkları için. Genellikle iki doğruyu tartışırlar, çünkü kimse âyete ve sünnete aykırı âlim olamaz ve konu ortaya koyamaz. İkisi de âyet ve sünnet çerçevesinde fikir ileri sürüyor. Siz ikisini birleştirirseniz hem tevhidi anlarsınız hem doğru manayı. Bir uygulamasını yapalım.
“Ezelde mi, rahimde mi?” konusundaki yaklaşımların ikisi de doğrudur. Ama kader mevzusu iyi anlaşılamadığı için, bir de mânâ çakıştırılamadığı için iki farklı görüşmüş gibi tartışılmıştır. İki görüş aynı anda doğrudur. Ezelde olmasıyla rahimde olması ayrı ayrı olaylar değildir. Ezel şimdinin bilgisidir, şimdi ise ezelin gereğidir. Bunları ileride biraz daha detaylı göreceğiz. Ezel şimdinin bilgisidir, şimdi ezelin gereğidir. Ve bu süreç insan içindir. İnsan ezeldeki bu bilgiden, yani ezelde verdiği bu sözden itibaren, rahimde bu işin olmasına kadar o süreci bekler. O süreç “Evet, Rabbimsin” diyene aittir, Allah için değildir. Allah beklemez. O öyle bir beklemeden münezzehtir, berîdir. Siz konuya Allah için bakarsanız, rahimdeki ve ezeldeki olay mânâ çakıştırmayla Allah indinde aynı andır. Ancak insan için ezelde bilgisi ve yaşarken de böyle bir süreci vardır. İnsan için var olan bu süreç kesretin gereğidir. Bu yüzden mânâyı çakıştırmak zorundasınız. “Allah için nasıl?” dediğinizde, eğer O’nu da sıraya koyarsanız, O’nu da nefsler gibi bekliyor yaparsanız yanlış olur. İhlâs Sûresi’ne ve Kelime-i Tevhid’e göre davranacaksınız. O zaman ikisini tevhid prensiplerine göre çakıştırırsınız. Böylece ezeldeki bilgi ile rahimdeki hüküm aynı ana gelir, tartışılan iki görüş de doğru olur. Bu mânâlar çakıştırılınca zaten o nefsin kaderi yaşanıyor olur.
Soru aslında nefsler için bir emirdir
Allah’ın verdiği hükmün (hükmü verirken ne hükmü vereceğini bilmesinin) ve o hükmün zamana yayılan sürecinin ismi Kader ve Kaza’dır ve bu süreç insan için geçerlidir. Detaylı göreceğiz inşâAllah, şimdi kulağımızda biraz yer etsin.
“Elestü Bi Rabbiküm; Rabbiniz ben değil miyim?” seslenişi dünya hayatındaki algıya dayalı dillere göre çevrildiği için, bunu okuyan kişi eğer dûniHİ algı ve zann’larının farkında olmadan yaşıyorsa, bunun mânâsını dûniHİ algıya uygun anlayacaktır. İnandığı için de bunu kabul edecektir ama o kabul İslâm’a uygun bir kabul değildir. Çünkü bu soruya muhatap nefslerde o anda dûniHİ algı söz konusu değildi. Dolayısıyla, soru dûniHİ algı yokken olduğu için cevapta da dûniHİ algı söz konusu değildir. Şimdi bu sorunun mânâsını biraz anlamaya çalışalım.
Bu soru ayette bir yanıyla anlatılmış. Amaç, buradan mânâ oluşturalım da dûniHİ bir senaryo yazalım değil. Bu soru aslında nefsler için bir emirdir. Nefslere soru şeklinde yönlendirilen “Rabbiniz ben değil miyim?” nefsler için bir emirdir. Bu emir, biraz önce konuştuğumuz gibi, yalnızca Halifetullah vasıflı insan içindir, Halifetullah özellikli Kendinde Kendine Göre Var olan hal içindir. Peki, bu emir ne için? Onların Allah fıtratı üzerine yaratılmaları için. Halifetullah vasıflı Kendinde Kendine Göre Var olan Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu Allah fıtratı üzerine oluşmuştur. Bu emir o fıtratı oluşturan emirdir, “Allah fıtratı üzerine tertip al” demektir. Bunu Rum Sûresi 30. ayetteki “O Allah fıtratına ki insanları onun üzerine yaratmıştır” beyanından öğreniyoruz. “Aşağıların Aşağısı” yazılarımızda otuz gün boyunca ve Aşağıların Aşağısı kitapçığında bu konuları dûniHİ algı ile ilişkilendirerek detaylı paylaştık. Ama anlayabilmek için bu emri şu bir cümleyle genişletelim:
“Rabbiniz ben değil miyim?” emri, “Billâhi anlamıyla Rabbinizin BEN olduğunu bilecek, gereken bilgiyi anlayabilecek, ortaya çıkarabilecek özelliklere bürün” emridir. Bu emirden anlıyoruz ki insan dünyaya gelmek için hazırlanıyor. Daha henüz Hz. Âdem, şeytan gibi prosedürler yok ama yapısı hazırlanıyor. Bu emir dünya yaşantısı için şu mânâya geliyor: Billâhi anlam sana anlatıldığında, sana hüdâm geldiğinde, yani Nebî ve Rasûller gelip de sana Billâhi anlamı, “Âmentü Billâhi”yi izah ettiğinde, “Billâhi anlamıyla Rabbinizin Ben” olduğumu bilecek, gereken bilgiyi anlayabilecek, ortaya çıkarabilecek özelliğe bürün.
Bu emir, Kendinde Kendine Göre Var olanadır, ona “Bu hale bürün” demektedir. Nefsler de “Evet, bil fiil şahidiz” demekle bu emre itaat ettiklerini belirtmişlerdir. Bu beyan, “Evet, şu anda zaten bu durumdayız, her halimizle o emiriz, o emir kesildik” demektir. Müthiş bir şey! “Şu an zaten işte bu emir üzereyiz, her halimizle o emiriz, o emir kesildik.” İşte Ahseni Takviym budur. “Aşağıların Aşağısı” kitapçığında Ahseni Takviym’in fiziksel olarak mükemmel yaratılmış demek olmadığını gördük. İnsanı mükemmel yapan bu bilgidir, Birbirlerine Göre Var olan şekil değil.
Bütün sözleşmelere Sünnetullah diyoruz
Emrin dünya hayatında insan için ne anlama geldiğine bir örnek üzerinden de bakalım. İnsan beyni kıyasla öğrenmeye göre ayarlandığı için, kıyasla öğrendiği için her şey zıddıyla yaratılmıştır. Yoksa insan kıyas yapamazdı ve öğrenemezdi. “Allâhümme ENTE Rabbiy” şahitliği Kendinde Kendine Göre Var olanın kalbiyle/kalıbıyla ilgilidir. Bu “İnşirah” kitapçığımızda ayetler ışığında açıklanıyor, fırsat bulursanız inşâAllah bakın. Bu şahitlik kalıpla/kalble ilgili bir sözleşmedir. Benzeri başka sözleşmeler de vardır, yani başka “Rabbiniz Ben değil miyim?” emirleri de vardır. Bedenle ilgili bir örnek görelim. Beden de kendine göre sözleşmeler yapmıştır. Beden yaptığı sözleşmelerden çıkamaz. Güneş yaptığı sözleşmeden çıkamaz. Dünya “Ben yirmi dört saatte bir tur yapmaktan sıkıldım” diyemez. Yerçekimi yaptığı sözleşmeden çıkamaz. Bütün bu sözleşmelere Sünnetullah diyoruz. Onların yaptıklarının hepsi “Rabbiniz değil miyim?” emrinin gereğidir, soru görünümlü o emrin cevaplarıdır, yani hepsi teslimiyettir. Ve onların teslimiyetleriyle birlikte hem yaptıkları işler hem de idrakları zikrullah mahiyetindedir. Ayet diyor ki, lâkin siz anlayamazsınız. Yalnızca insan, bu sözleşmeye uygun davranmayandır. Diğer kullar uygun davranırlar. Beden diğer kullardandır. Kendinde Kendine Göre Var olan, bu bedende dünya için görünüm sağlar. Eğer siz bedeni çok önemserseniz, “Kesinlikle bırakmam” derseniz, âhirette onu size verirler, bu âhirette o size azap olur. Çünkü o âhirete uygun bir yapı değildir. Vücût dokularında da bu sözleşme vardır. Daha önce “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” bölümünde karaciğerden bir örnek vermiştik, onu hatırlayalım. Vücûdumuzda bir şeker metabolizması vardır, bunu da ana organ olarak karaciğer yürütür. Tek başına değil, ilgili organlar, dokular, hormonlarla birlikte. Ama kan şekeri seviyesinin tespitinde özellikle karaciğerin yüklendiği rol büyüktür. Karaciğeriniz ve ilgili organlar, hormonlar, enzimler sizin kan şeker seviyenizi sizin için normal olan sınırda tutmak için nasıl çalışacağının emrini almıştır. Hiç haberiniz olmadan o çalışır, sizden izin almaz. Onun nasıl çalıştığından haberiniz oluyor mu? Hatta enzimler ve hormonlar sayesinde, saniyenin çok küçük bir parçasında, bir kaç yazı tahtasını dolduracak kadar çok reaksiyon cereyan eder. Ki bunlar bilinenler, tespit edilenler! O reaksiyonları yazmak sizin saatlerinizi alır. Ama o emri almış olan dokular saniyenin küçücük bir kısmında o işi yaparlar, hiç haberin olmaz. Bir sözleşmedir o. Arı da öyle bir sözleşme almıştır. Âyet var, “Ona vahyettik, nasıl ev yapacak, nasıl bal yapacak” diye. Bu yüzden, değme mühendisin zor yapacağı hesapları yapar. Kokuyla aldığı bir polen için; ne kadar zamanda gidebilir, ne kadar zamanda gelebilir, yuvasına yetişebilir mi, güneş batabilir mi, hepsini hesaplar. Emir aldı. Allah’tan emir almak o emrin gereğiyle yüklenmek demektir. Nasıl vücudumuz, beden, beyin, kalp, karaciğer, böbrekler gibi yapılar aldıkları emirle ilgili gerekenleri yapıyor, işte kalb de, yani kalıp da bu emri onlar gibi almıştır. Ancak kalıbın bu tür organları yoktur. Kalıp bir duygudur, bir histir, onun mayası idraktır. Dolayısıyla emir idraka göredir. O emrin açılması, vücudumuzdaki kan şekerinin ayarlanmasından bizim hiç haberimizin olmaması gibi, kalbimizden açılır ve ortaya çıkar. İşte bu “Allah Fıtratı”dır. Bütün insanlarda bu vardır ama bu emir bütün insanlarda açılacak demek değildir. Fakat bütün nefslerin kalpları bu emre göre dizayn olmuştur.
Geldiğimiz yeri bir kaç cümleyle noktalayalım. Kalbın kişilik kazanmış hali olan Nefs’e “Kul Zat” dedik. Kul Zat tabirini de gerektiği için kullandık, çünkü Kul Zat önemli bir bilgi içeren tanımdır. İlerleyen yazılarımızda onunla ilgili geniş bir paylaşım gelecek inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti