Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

AZERBAYCAN -5-

MOSKOVA
22 Eylül 1986 Günü saat 15. 00’de Sovyet Hava Yolları Aeroflot’un TU-154 tipi uçağı ile Ankara’dan Moskova’ya uçtum. Moskova’da pasaport kontrolü ve gümrük geçişi, her zamanki gibi uzun bekleyişler ve zaman kaybına neden oldu. Saatimi 1 saat ileriye aldım…
Dostluk Kurumu gazetecilerinden Refik Paşimov çıkış kapısında beni bekliyordu. Kurumun otomobili ile doğruca Ukrayna Oteli’ne gittik. Daha önce de bu otelde kalmıştım. Dış görünüşü görkemli bir oteldi ama iç kısmı dökülüyordu!…
Refik, ertesi sabah geldi; kahvaltıdan sonra otomobille Domodedovo havaalanına hareket ettik. Bu Moskova’daki 5 havaalanından biri ve kente en uzak olanıydı. 2,5 saatlik uçuştan sonra saat Bakü havaalanına ulaştık.
BAKÜ
Bakü havaalanında Dostluk Kurumu görevlilerinden Faik, Ramiz ve Mayıl karşıladılar. Doğruca Yeni Azerbaycan Oteli’ne giderek yerleştim. Ramiz’le öğle yemeğini yedikten sonra da odama çıkıp bir süre dinlendim.
Ertesi gün Lenin Sarayı’nda tören vardı. 2200 kişilik salon tıklım tıklım dolmuştu. Salonun her yanında televizyon kameraları vardı ve Azerbaycan devlet televizyonu canlı yayın yapacaktı. Sahnede ise birkaç sıra koltuklar dizilmişti. Prezidyum denilen bu yerdeki birinci sırada, siyasiler ve ünlü kişiler oturmuşlardı. Türkiye’den gelen tek kişi olarak ben ikinci sırada oturuyordum. Açılış konuşmalarından sonra delegasyonlar adına birer kişiye söz verildi. Önce SSCB’nin çeşitli cumhuriyetlerinden; Moskova ve Leningrad (St. Petersburg)’dan gelenler konuştular. Sıra yabancı delegasyonlara gelince, ilk olarak beni anons ettiler. Salondan yükselen alkışlar beni bir hayli heyecanlandırdı. Doğrusunu söylemem gerekirse; heyecandan, arzu ettiğim konuşmayı yapamadım. Konuşmam sık sık alkışlarla kesildi. Türk-Sovyet ilişkilerinden, Azerbaycan’a bakış açımızdan; Atatürk’ün Türk-Sovyet ilişkilerine verdiği önemden bahsettikten sonra; Samed Vurgun’un eserlerinin Türkiye’de de bilindiğine değinerek; onun bestelenmiş bir şiirinin, TRT repertuarında yer aldığını ve ünlü sanatçılarımızın bu eseri sık sık icra ettiklerinden söz ettim. Konuşmamın sonunda Samed’in eserinin yer aldığı bir müzik kaseti ile Azerbaycan hakkındaki iki kitabımı, Samed Vurgun Ev Müzesi’ne konulmak üzere, düzenleme kurulu başkanlığına verdim.
Salondaki programın tamamlanmasından sonra verilen kokteylde, Azerbaycan’ın birinci adamı Kamuran Bagirov’la bir süre sohbet ettik. Daha sonra özel konser programını izledik. Bu olağanüstü konserde musikinin bütün türlerini, tiyatro, opera, bale, halk dansları örneklerini izledik. İcra edilen eserler, Samed Vurgun’un şiirlerinden yola çıkılarak yaratılan bestelerdi.
TV canlı yayın yaptığı için bütün Azerbaycan konuşmamı dinlemiş. Dostlar; “Tüm Bakü, senin konuşmandan söz ediyor. ” dediler…
KAZAK
Konserden hemen sonra otobüsle tren istasyonuna, oradan da trenle Akstafa’ya hareket ettik. Sabahın erken saatlerinde Akstafa istasyonuna ulaştık. Bu kentin adının “Oğuz Tayfa”dan mülhem olabileceğini, Azeri dostlarım söylediler. Burada davullar zurnalar çalıyor; âşıklar sazların tellerine coşkuyla vuruyorlardı.
Kazak il sınırında görkemli bir anıt parkın önünde durduk. Burada büyük bir kalabalık toplanmıştı. Parkın ortasındaki anıt üzerinde Kazak’tan yetişen 4 şairin portreleri nakşedilmişti. Bunlar Molla Veli Vidadi, Molla Penah Vagif, Samed Vurgun ve Mehdi Hüseyin’in portreleriydi.
Buradan hareketle, Dağkesemen köyünün yanından geçerek Kazak’a ulaştık.
Sonra Kazak şehrinin tam merkezine dikilen Samed Vurgun’un görkemli heykelinin açılış töreni yapıldı. Oradan da stadyuma gidildi. Burada saat 10. 00’da başlayan programın açılışında bana da söz verdiler ve sanırım ateşli bir konuşma yaptım. Stadyumda çok yönlü bir kültür-sanat programı sergilendi. Burada benim için ilginç olan iki olaydan birisi, bir temsilde, Samed’i oynayan sanatçının rolü ve sözleri; öteki ise, “Âşık Adalet önderliğinde, âşıklar topluluğunun, geleneğin çeşitli gereklerini uygulayan gösterisiydi.
Kazak’ta “Vagif Müzesi” ile “Kazak Tarih Müzesi”ni gezdik. Kentin yetiştirdiği şairler için müzeler oluşturulması ne güzel…
Daha sonra Yukarı Salahlı köyüne giderek, “Samed Vurgun Şiir Evi”ni gezdik. Burası da kültür yuvası. Sık sık şiir günleri ve her yıl Samed’i anma günleri yapılıyormuş. Müzeyi gezdikten sonra salondaki konseri izledik.
O arada, Vagif’in Kazak’taki kabrini de ziyaret ettik…
Yemekten sonra Akstafa istasyonuna giderek trene yerleştik ve gece yarısından sonra Bakü’ye hareket ettik. Uyur uyanık bir tren yolculuğundan sonra, ertesi sabah saat 09. 00 sularında Bakü’ye ulaştık.
***
Benim Bakü’de olduğumu öğrenen dostlarım Bahtiyar Vahapzade, Memmed Aslan, Meti Osmanoğlu, Ramiz Asker, Fikret Sadık, Nurengiz Gün…peşpeşe telefon ettiler. Bazıları ile Yeni Azerbaycan Oteli’nin tam karşısında ve onun sinonimi olan Apşeron Oteli’nde buluştuk
Şair Nurengiz Gün öğle yemeği için evine davet etmişti. Gidince gördüm ki, görkemli âlim, Abbas Zamanov da oradadır. En çok onunla rahat bir ortamda sohbet edebileceğim için memnun oldum. Abbas muallimin torunu Aygün ile Nurengiz Hanım’ın kızı Jale de vardı. Nurengiz Hanım masayı öylesine donatmıştı ki, sadece kuş sütü eksikti… Gecenin geç saatlerine kadar devam eden sohbette, Abbas muallimi daha iyi tanıma imkânını bulduğum gibi onu daha çok sevdim. Hele hele “Türkiye bizim istinatgâhımızdır…” demesi, gözlerimi yaşarttı… Gece yarısından sonra beni otele getiren taksi şoförü para almadı! Vermek için ısrar edince, söylediği şu samimi sözü unutmak ne mümkün: “Gonahtan pul almak olmaz!… ”
Azerbaycan’daki Türkiye sevgisinin büyüklüğünü, kalemle, yazıyla ifade edebilmek gerçekten mümkün değil. Bunu, özellikle o tarihlerde yaşamak gerekir… Onların bu içten sevgilerine yanıt verememiş olmanın üzüntüsünü ise hep yaşamışımdır.
***
Doğru dürüst uyumadan, sabah saat 06. 00’da Refik Zeka telefon etti; 08. 30’da da Akademiş Feramez Maksudov ile birlikte geldiler. Birlikte Azerbaycan İlimler Akademisi’ne gittik. Akademi Başkanı Prof. Dr. Eldar Yunusoğlu Salayev ayakta karşıladı. Görüşmede Akademi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Cemil Bahadıroğlu Guliev ve Nizami Adına Edebiyat Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mehmet Cafer de vardı. Değerli dostum Feramez Maksudov ise o tarihte, Akademi’nin Genel Sekreteri idi. Daha sonra da Akademinin başkanı oldu.
***
Bahtiyar Vahapzade telefon etti. “Senin ellerini öpmek istiyorum!… ” dedi. Ben “Ne demek, olur mu hiç, ben sizin ellerinizi öperim.” dedim; ama onun demek istediği şuydu: “Nasrattınoğlu sen Bakü’ye geldin, bütün gözler sana çevrildi; ama aslında tüm gözler, Türkiye’ye ve Türk Milletine çevrildi; sen bunu sağlamakla büyük iş yaptın, bu nedenle senin ellerini öpmek gerek”…mi demek istemişti?…
İSMAYILLI
Bir gün Refik Zeka, oğlu Handan, Hüseyin Arif ve Feramez Maksudov’la birlikte İsmayıllı şehrine gittik ve Komünist Partisi 1. Sekreteri (valisi) İmran Mehdiyev ile buluştuk.adlı, İsmayıllı’nın birinci adamı ile buluştuk. Onun samimi bir Türk olduğunu görüp tanımaktan büyük sevinç duydum.
Makamdaki sohbetten sonra Hüseyin Arif’le ben, İmran Mehdiyev’in makam arabasına binerek dağlara doğru yola çıktık. Birkaç araçlık konvoyumuz Karagöl, Karakaya, Kara Meryem, Karayağız gibi köyleri geçtikten sonra Karanohur adlı, muhteşem manzaralı bir vadide, bir bulağın yanında oluşturulan lokantaya oturduk. Feramez Maksudov, karşımızdaki alanı göstererek; “İlimler Akademisi olarak burada bir yaradıcılık evi yapacağız. Bunun için gerekli olan parayı Moskova’dan kopardık. ” dedi. Bunun üzerine Mehdiyev; “Ben de yardımcı olurum. ” dedi. Bu yaradıcılık evleri, dağılan SSCB’nin her yerinde vardı ve yazarlar, bu dinlenme evlerine birkaç ay için çekilerek, eserlerini yazarlardı.
LAHIÇ
İsmayıllı’dan sonraki hedefimiz Lahıç kentiydi. Büyük Kafkas dağlarını bir kez daha tırmanırken son derece tehlikeli geçitler ve uçurumlar gördük! Yalçın kayalar, tehlikeli tepeler ve heyelan korkusu ile geçen yolculuk… Sekiz on yıl önce bu dağlarda yolculuk etmek daha da çetinmiş ama Haydar Aliyev’in himmetiyle bir köprü yapılmış. Yolculuk esnasında gördük ki iki dozer sürekli olarak yolu açmaktaydı…
Lahıç’ı bizden evvel, Orhan Şaik Gökyay önderliğinde, Dede Korkud sempozyumu için gelen heyet ziyaret etmiş. Makamında görüştüğümüz, kentin KP I. Sekreteri Bn. Ruhi Aleskerova, “Türk gardaşlarımızın bizi ziyarete gelmelerinden şad oluyoruz. ” derken gözleri parlıyordu.
Lahıç’ın içinden, aşağıya doğru akıp giden “Cirdiman” nehri, kasabanın önemli güzelliklerinden biri. Kasabaya egemen “Niyat” ve “Fit” dağları ve bu dağlardan süzüle süzüle akarken oluşan “Lulo Deresi” de Cirdiman Nehrine dökülüyor.
Kasabadaki halı dokuma atölyelerinden birini de ziyaret ettik. Günlerden Pazar olmasına rağmen, genç ve yaşlı kadınlar harıl harıl çalışıyorlardı. Biz atölyeye girince kısa bir mola verildi. Ben bir konuşma yaptım. Aramızdaki şairler de birer şiir okudular. Refik Zeka’nın “Türk oğlu Türkem men” şiiri, büyük alkış topladı; hatta kadınlardan biri, fırlayıp Refik’i öptü. İçlerinden birisi; “Ben devamlı Türkiye’nin Sesi radyosunu dinliyorum. ” dedi.
İsmayıllı’nın I. Kâtibi İmran Bey, orada bana bir halı hediye etti. Daha sonra çıkıp bir çayhanenin önünde oturup dinlenirken sohbeti sürdürdük. O arada tesadüfen orada bulunan Manaf Süleymanov’la tanıştık.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti