Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“BİRİNCİL ŞİRK”E DİKKAT… “KENDİNİZE CEHENNEM İÇİN DELİL ÜRETMEYİN!”

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Mart 2017 Pazartesi 13:30:46
 

– 40-
Kur’ân-ı Kerim’i ders yapan görür ki, Âmentü Billâhi îmanını ve salih ameli yani o imana uygun davranmayı bir yaparak yaşayanlara Allah vaatte bulunmuştur:
Mâide-9; “Allah, îman edip sâlih amel işleyenlere (şöyle) va’detmiştir: Onlar için mağfiret ve ecr-i azıym vardır.” Fetih-29; “Allah, onlardan îman edip (bunun gereği) sâlih amel edenlere mağfiret ve ecr-i azıym va’detmiştir.”
Cehennem kimin için?
Allah vaad ediyor. Allah’ın bir özelliğidir, O’nun bir ismi Vaadinden Caymayan’dır. Bu iki âyetteki vaadinden anlıyoruz ki, cennet Âmentü Billâhi deyip bu beyanın gereğini yaşayanlaradır. Âmentü Billâhi bir beyandır, bir açıklamadır, ilândır. Bu beyan, Safa Tepesi’nden, Efendimiz (SAV) in bizlere bir sünnetidir. Efendimiz çıktı, o tepeden ilan etti, beyan etti; La ilâhe İllallah Muhammeden Rasûlullah. Gelenler “Biz ne diyelim?” dediler, “Âmentü Billâhi deyin” dedi. O beyan etti, gelenler de beyan ettiler. Dolayısıyla cennet, Âmentü Billâhi deyip bu beyan gereği sâlih amel yapan kullar içindir. Peki, cehennem nasıl kullar için?
“Yâ hasraten alel ıbâd: Ne yazık şu kullara.” (Yasin-30)
Rabbim söylüyor bunu: Ne yazık şu kullara… Yasin Suresi’nde oraya gelince dikkat edin:
Aman ya Rabbi, bi rahmetike yâ erhamer rahımiyn, Rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tağfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsiriyn. Rabbimiz, nefsimize çok zulmettik, çok büyük. Eğer merhamet etmezsen, eğer bağışlamazsan hüsrâna uğramışlardan oluruz, yâ rabbi.  Allâhümme inniy eûzü bi rıdâke min sehatike ve bi muâfetike min ukûbetike ve bi rahmetike min gadabike ve eûzü bike minke, la uhsiy senâen aleyke ente kemâ esneyte alâ nefsike. Allahım, hoşnutsuzluğundan rızâna, cezalandırmandan affına, gazabından rahmetine sığınırız. Allahım senden sana sığınırız. Biz hiç bir zaman anlayamayız yâ Rabbi, senin kendine olan senân gibi sana senâ edemeyiz, bunu da itiraf ederiz Allahım.
“Ne yazık şu kullara” denilen kulların özelliği nedir? Cehennemlik kulların özelliklerini öğrenelim ki kaçalım, korkalım, Allah’a sığınalım. Cennetlik kulların özelliklerini öğrenelim ki onları hırsla, şevkle, bu konuda birbirimizle yarışarak yapalım. İkisini de bize Kur’ân öğretiyor. Kur’ân’la öğreten kim? Rabbimiz. Rab öğretmendir, öğretendir. Bizim öğretmenimiz Rabbimiz. “Rabbim” dediğimiz zaman bir bakıma “Öğretmenim” diyoruz; bana öğretenim, Rabbim… Allâhümme ente rabbiy:  Allahım, sensin Rabbim. “Allâhümme ente rabbiy” seslenişi müthiş bir şey…
Dünya hayatındaki iki farklı şehadet var, ahirette de iki ayrı karşılık olduğunu unutmayalım…
Cehennemlik kulların en önemli özelliğini Enbiyâ Sûresi’nden öğreniriz. Bu âyeti özellikle paylaşıyoruz, çünkü çok önemli: “Onlardan kim ‘Muhakkak ki, ben dûniHi bir ilâhım’ derse, onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zâlimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiyâ-29)
Bu âyet çok açık, çok net olduğu halde dünya hayatındaki esfele sâfiliyn idrak, insanın bakışını öyle yapmıştır ki çok somut olan mânâyı göremez, göremediği için de ürkmez. Bir yolda gidiyorsunuz, bilmediğiniz dilde bir uyarı var; “İleride uçurum var” yazıyor. Siz o dili bilmediğiniz için şarkı türkü yola devam ediyorsunuz. Durmadan uyarıyor: Yolda uçurum var, uçuruma şu kadar kaldı diye ömrünüzle ilgili sürekli uyarıyor. Ama farkında değilsiniz. Bir mübarek bunu öyle fark etmiş ki, saatin saniyesinin çıkardığı tık, tık sesini bu yüzden dinleyemiyor. Kendisini ömürle ilgili öyle kaptırmış ki her tıkta ömrünün saniyesinin gittiğini yaşıyor. Saat tık, tık ettikçe, şu kadar kaldı, şu kadar kaldı diye ödü kopuyor. Fark etmeyen şarkı türkü uçuruma yuvarlanıp gidiyor. Âyetlere kulak vermeyen insan da öyle, uyarıyı duyuyor ama geçip gidiyor. Uçurum varmış, ateş varmış hiç korkmuyor. Okuyamadığı için, görmediği için! Enbiyâ-29 uyarıyor: “Onlardan kim ‘Muhakkak ki, ben dûniHi bir ilâhım’ derse, biz onu cehennem ile cezalandırırız. Zâlimleri böyle cezalandırırız.”
Ötelemeyin, unutmayın, kurtulun!
Bir kaç adım ilerleyerek mânâyı kendimiz için anlaşılabilir hale getirelim. Ayet “Muhakkak ki” diye başlıyor, demek ki tereddütsüz! Yani kişi “Şâhidim ki, hiç tereddüdüm yok ki ben dûniHİ bir ilâhım” diyor. Cehenneme gitme sebebi bu! Rabbimizin “Yazık oldu şu kullara” dediği kişinin cümlesi bu. O hitap bunu dedi, bunu yaptı diye! Ne dedi? “Muhakkak ki, ben dûniHİ bir ilâhım” dedi. Yani hiç tereddüdü yok! “DûniHİ” kelimesi için meallerde “Allah’ın dışında, Allah’tan gayrı” yazılırsa bu meal yüzünden kişi esfele sâfiliyn idraktan kurtulamaz, “Benim öyle bir putum, öyle bir iddiam yok” der, âyeti öteler. Zaten mesele ötelemektir. İnsan birçok âyeti öteliyor. “Bu ayet geçmişi anlatıyor” deyip, bir gerekçe bulup öteliyor. Bu durumda ona yalnızca cenazelerde Fâtiha okumak kalır. O da pide yiyinceye kadar. Pide yiyip ayranı içti mi dünya işleri başlıyor. Rahmetli unutuldu gitti. Allah muhafaza etsin. Kur’ân’ı ötelersen seni de ötelerler.
Enbiyâ-29. âyet bize demek istiyor ki, “DûniHİ bir ilâhım” diyende bir yanılgı var; Allah’ın dışı var yanılgısı! Eğer siz dûniHİ’ye “Allah’tan gayrı, Allah’tan başka” anlamı verirseniz, okuyan kişi “Benim öyle bir iddiam yok” der, kendini kurtarır. Mânâ öyle değil. “DûniHİ” kelimesi bir idrakı anlatıyor. Diyor ki; yanılgı içinde olan bir idrak var. Ondaki yanılgı Allah’ın dışı var algısıdır. O yanılgıyı anlamak üzere inşâAllah “Aşağıların Aşağısı” kitapçığına tekrar tekrar bakmanızı öneririm.
DûniHİ algı İhlâs Sûresi’ni doğrudan reddetmektir. Doğrudan! DûniHİ algı “Allah Ehad ve Samed değildir” demektir. Efendimiz (SAV)’in hadisinden öğrendik, o Hakk’ı iptal etmekti. Hakk’ı iptal etmek, Allah Ehad ve Samed değildir demekti. Çünkü o algıyla Allah’ın dışı var sanıyor ve kendisini götürüp oraya koyuyor, orada “Müstakilen varım ve muhtarım” diyor. İşte bunu diyen ilâhtır. Âyet “Bunu yaparsan cehenneme gidersin” diyor. Böyle yapan zâlimdir ve biz zâlimleri cehennemle cezalandırırız. Bu suiistimali yapan, Hakk’ı saklayan zâlimdir. Zâlim birisinin hakkını vermeyendir. Bu algıdaki kişi Allah’ın Ehad ve Samed oluşunun hakkını vermiyor, dûniHİ algıyla Allah’ın bu hakkını örtüyor. İşte bu zâlimleri cehennemle cezalandırırız. O halde, şimdi bu tefekkürle âyeti biraz geniş meâllendirerek Enbiyâ-29’u günümüzün diliyle söylemeye çalışalım. Mânâ verirken öyle bir dil bulalım ki mânânın içine düşelim, o mânâ bizi kapsasın ve bir davranış biçimi çıkaralım. “Onlardan kim; bir tereddüdüm olmaksızın ilân ederim ki ben müstakilen VARIM ve muhtarım derse, biz onu cehennemle cezalandırırız.” Enbiyâ-29’dan çıkan mânâ budur. Kurtulmamız gereken idrak tarif ediliyor, mutlaka bu idraktan kurtulun, mutlaka kurtulun diyor.
DûniHİ idrak birincil şirktir,
diğer şirkler buradan türer
Âyetin “Onlardan kim” dediklerinden günümüzde çok var. Bu yüzden, bu yazılanları kolay kolay okuyan olmaz. Anlayın ki bu yazıları okumanızın ve gereğini yaşamak gayretine girmenizin Allah’ın izniyle değeri çok yüksek. Biraz sonra değeri çok yüksek bir başka şey daha gelecek.
Enbiyâ Sûresi 29. âyeti bu mânâsı ile paylaştığınızda size söylenecekler kapsamında bir iki cümle paylaşalım. Geçmişte firavunlar vardı, günümüzde firavun perdeleri var. Tarihte kendileri vardı, günümüzde perdeleri var. “Ben ilâhım” ilanının geçtiği âyetleri şöyle karşılayanları hepimiz duymuşuzdur: “Geçmişte firavunlar bunları söylemiş, günümüzde birisi ‘Sizin tanrınızım’ dese onu kim dinler?” Kimse dinlemez. Bazı menfaatleri sebebiyle dinleyen iki üç sapkın mürit bulabilir ama “Ben sizin tanrınızım” diyeni kimse dinlemez. Geçmişte firavunlar bunu yaptılar, ülkeleri nesiller boyu böyle yönettiler. Ama “Bu olay geçmişte kaldı, bu tarihî bir bilgi” deyip âyeti tarihe mal etmek, Allah muhafaza etsin, işte bu firavun perdesidir. Öteleyerek âyeti tarihe gömdü, göremedi, perdelendi. İlki budur, işi tarihe mahkûm etmek. İkinci hususu izah edebilmem için yoğun dikkat gerekiyor, o gün firavunun dediğiyle, bugün söyleneni kıyaslayacağız, aynı mı değil mi? O âyeti öteleyen “Bunu geçmişte firavunlar söyledi, onlar da geçti gitti, günümüz için komik olan bu iddiada bulunanı kim dinler?” dedi ve bu bakışıyla âyeti hükümsüz yaptı. Onun söylediğine göre bu âyetin hiç bir hükmü kalmadı. Artık o kişi bu âyeti dinlese, bilse ne olur bilmese ne olur, ona göre âyet geçti gitti. Diyoruz ki, bir kişi Allah’ın dışı var zannederse, kendisini de orada yaratılmış sanırsa, kendisini müstakilen var ve muhtar zannederse Allah’a karşı ilâhlığını ilân etmiş olur. Bu, Allah’a inandığı halde böyle düşünen içindir. Bir de hiç inanmayanı düşünün. Kim böyle düşünür ve müstakilen varım ve muhtarım derse ilâhlığını ilân etmiş olur. Firavun da ilâhlığını ilân etmişti. O ayrıca halka “Ben sizin de ilâhınızım” dedi, dolayısıyla halk ona taptı. Sorumuz şu: Firavun neden “ben ilâhım” dedi ve neden “sizin de ilâhınızım” dedi? Günümüzde İslâm’ı anlamak için önemli olan ve günümüzde bize sevap kazandıracak olan bunu anlamaktır. O gün Hz. Mûsa kavmi için firavunu reddetmek, “Ben Allah’a inandım” demek yetiyor olabilir, bugün o yetmez ve bugün de öyle inanan kişi Mûsa Kavmi idrakında kalır. Biz Muhammedîyiz, Muhammedî olmak başka bir şey! İnancımız hangi Rasûl’ün anlattığına uyuyor acaba? Muhammedî idraka mı, Mûsa kavmi idrakına mı?
Firavun bizim anlattığımız asıl şirki yaşadığı için o iddiada bulundu. “Aşağıların Aşağısı” yazılarında o şirki geniş ele aldık. Şirk iki basamaklıdır; birincil şirk, ikincil şirk. Birincil şirk asıl şirk olmasına rağmen fark edilmediği için insanlar ikincil şirklerle meşguldür. Oysa o varken ikincil şirkler önemli değildir. Günümüzde, ikincil şirklerle meşgul olan, şirkin kaynağını kurutamayan işi çözemez. Birincil şirki çözersen ona bağlı diğer şirkler kendiliğinden düşer. Birincil şirk dururken diğerlerinden kurtulman bir şeye yaramaz. Birincil şirk sizin “Müstakilen varım ve muhtarım” demenizdir, dûniHİ idrakla düşünmenizdir. Asıl şirk budur. Firavun insanların ilâhı oluşunu bu iddiası ile üretiyor. Mekke müşrikleri böyle düşündükleri için putları buradan üretiyorlar. Güneşe tapanlar dûniHİ düşünüp kendilerini de güneşi de muhtar ilan ettikleri için o durumdalar, kendilerine tanrı üretmişler. Âyetler “onlar kendilerine rab uyduruyor” diyor. DûniHİ idrak birincil şirktir, ikinciler buradan türer. Firavuna dikkat edin, onun “Ben sizin ilahınızım” diyerek işlediği ikincil şirktir. O şirkin sebebi ise birincil şirktir. Onun için bütün mesele birincil şirkten kurtulmaktır. Ondan kurtulan şirkin tamamını silmiş olur.
“Kendinize cehennem için delil üretmeyin”
Enbiyâ Sûresi 29. âyetten öğrendiğimizi bir iki cümleyle özetleyelim: “Yazık oldu şu kullara” denen kişi müstakilen var ve muhtar olduğunu ilan etti. Âyet onu bu özelliği ile cehennemlik kul olarak tarif etti. “Yazık oldu şu kullara” uyarısı cehennemlik idrakı tarif eder. Bu durumda bize düşen nedir, ne yapacağız? Fırsat varken, o idraktan korunmaya, kurtulmaya çalışacağız. Aksi halde, fırsatı kaçıranlara yazık oldu deniyor. “Yazık oldu size” denmesin, fırsat elimizdeyken değerlendirelim inşâAllah. Enbiyâ-29’daki, “Tereddüdüm olmaksızın ilan ederim ki müstakilen varım ve muhtarım” cümlesi bir idrak beyanıdır, dûniHİ idrak bunu ilan ediyor. Bu ilan o idrak için bir şehâdettir, bir delildir. Âyetler bize “kendinize cehennem için delil üretmeyin” diyor.
“Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâhil aliyyil azıym”  de bir ilandır ve cennet için bir delildir, söylediğiniz zaman dosyanıza bir delil konur. Mahkeme-i Kübrâ’da hesabınız görüleceği zaman, dosyanız açılıp deliller incelendiğinde “Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâhil aliyyil azıym” bir delildir. Kimi dosyalardaki “Ben dûniHİ ilâhım, müstakilen var ve muhtarım” iddiası da bir delildir, o şehâdet de bir delildir. Bu illa sözlü olmayabilir, kişi onu söylememiş olabilir, öyle yaşıyorsa da aynı şeydir. Diliyle söylemesin, fark etmez. Böyle yaşıyorsa, yaşamak da bir ilandır. Buna mukâbil, “Lâ havle ve lâ kuvvete” şehâdeti de bir delildir.
İddia ettiğimiz “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” şehâdetinden nasıl kurtulacağız? Öğretmenimize soruyoruz: Öğretmenim, Rabbim, nasıl kurtulacağız? DûniHİ şehâdete karşı ne yapmamız lazım? Böyle yakarana Rabbimiz neye şehâdet edeceğini öğretiyor. Kurtuluşumuz için öğretilen Kelime-i Şehâdet’i ele aldığımız 29. Tefekkür Şemamızı (http://www.birdusunyansimasi.com/media/ihlashayat/29.ihd.pdf) lütfen okuyunuz..
“Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasına şahitliğin cehennem sebebi olduğunu, bu şehadetin cehennem için delil olduğunu gördük. Peki, biz nasıl şehâdette bulunacağız? Hangi gerçeğe şahitlik edeceğimizi Kur’an öğretiyor:
“Fa’lem ennehu la ilâhe illallahu: Bil ki, o gerçek kesinlikle La ilâhe illallah’tır.” (Muhammed-19)
Biz de buna şahitlik yapacağız: Kelime-i Şehâdetle. İşte şahitlik! Dosyamıza konulacak ve cennete gitmek için bize delil oluşturacak şahitlik budur. Ama onun kesinlikle bu bilinçle yapılması lazım, yoksa kişi yalancı şahit olur, dosyasına “yalancı şahit” yazarlar ki bunun ayrıca cezası çıkar. Demek ki ne söylediğimizi, ne yaptığımızı iyi fark eden bir şahitlik şart! Bildiklerimle, gördüklerimle, Rabbimin bildirdiğiyle inanarak söylüyorum ki; Allah’ın izniyle bu şehadeti inanarak, katılarak bir kere söyleyen ateş görmez, buna inanın. İnanarak, ne olduğunu bilerek bir kere bunu söyleyen ateş görmez. Bu, mü’minlere Efendimiz (SAV)’le gelen mirac müjdesidir. Eğer mü’min kul uygun amelleri yapamamışsa Rabbim onları inşâAllah bağışlar. Bu îman kişinin yolunu değiştirir, ahirette yanlış kişilerin caddesine düşmez:
Eşhedü en lâ ilâhe illallâhu ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve Rasûluhû: Allahım, kesinlikle şehâdet ederim ki “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ancak SENsin. Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” YOKTUR. Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır ve “YOK” hükmündedir. Ve yine kesinlikle şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz, SENin Kulun ve Rasûlündür.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti