Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

DUA-5

Günümüzde bilgi elimizin altında, bir tık kadar yakın. Hepimizin bilgisayarı, tableti, cep telefonu var. Arama motorlarına araştıracağımız şeyi girdiğimizde sayfalarca bilgiyle kolayca buluyoruz. Bu bilgileri okuyoruz ama on beş dakika sonra bir bakıyoruz ki aklımızda bir şey kalmamış. Hepimizin bir eğitim geçmişi var, bu kapsamda geri dönelim ve ilkokul yıllarımızdan aklımızda kalan bir bilgiyi hatırlamaya çalışalım. Hatırladığımız bilgileri gözden geçirdiğimizde görürüz ki bu bilgilerin mutlaka “duygusal bir yanı” var; okul töreninde heyecanla okuduğumuz şiir, tiyatro sahnesinde Fatih Sultan Mehmet’i oynayarak İstanbul’un fethi konusunda hislenmek gibi… Bu duygular sebebiyle ne okuduğumuz şiiri unuturuz, ne de İstanbul’un fethini. Bu örneklerde görüldüğü üzere, gerçek öğrenmenin oluşabilmesi için insan beyninin öğrendiği bilgiyi işleyecek “duygusal bir bağ”a ihtiyacı vardır. Okunan bir şiir esnasındaki heyecan veya tiyatro sahnesinde girilmiş bir rol bizde o bilgiyi kalıcı öğrenmeye çevirir.
Yapılan araştırmalar, sadece bilgi düzeyinde çok şey biliyor olmayla öğrenmenin gerçekleşmeyeceğini, ancak bilgiyi hal edinmekle tam bir öğrenmenin gerçekleşeceğini bildirmektedir. Bu bulgu hem maddi hem de manevi hayatımız için geçerlidir.
Manevi hayatımızla ilgili okuruz, araştırırız, dilimizle öğrendiğimiz bilgilere iman ettiğimizi söyleriz ama bunları bir türlü hayatımızda uygulamaya geçiremeyiz. Camide, hutbede yalan söylemenin günah olduğunu duyar, yalanla ilgili okunan hadisi anladığımızı düşünürüz. Bakın, yalan ile ilgili hadis üzerinden gidelim: Rasulullah (SAV)’in yanına biri gelir ve sorar: Ey Allah’ın Rasulü, müslüman içki içebilir mi? Rasulullah (SAV) “içebilir (yanılabilir, günaha girmiş olabilir)” der. “Müslüman hırsızlık yapabilir mi?”diye sorar. Rasulullah (SAV) “yapabilir” der. “Müslüman zina yapabilir mi?” diye sorar. Efendimiz “evet, yapabilir” buyurur. “Peki, yalan söyler mi?” der. İşte o anda sırtını dayamış olan Rasulullah (SAV) doğrulur ve hiddetle şu cevabı verir: “Hayır, müslüman yalan söylemez.”
Camide bu hadisi duyduk, yalan söylemenin büyük günah olduğunu idrak ettiğimizi düşündük, camiden çıktık, işimize, dükkânımıza döndük. Gelen müşteriyle pazarlık ederken, malın bize maliyeti 100 TL olmasına rağmen yeminle “bu malın bana maliyeti 120 TL” diye pazarlık eder, bu durumun yalan kapsamında olduğunu görmeyiz. Bu şekilde satış yapmak o kadar normal hale gelmiştir ki, beş dakika önce camide anladığımızı düşündüğümüz kaçınmamız gereken hal o an aklımıza bile gelmez. Hatta bir arkadaşımız yaptığımızın yanlış olduğunu yalan söylediğimizi hatırlatsa “Olur mu hiç, pazarlık yaptık, pazarlık yapmak sünnet.” diyebiliriz.
O zaman soralım: Biz bir konuyu anladığımızı düşünmemize rağmen neden hal edemiyoruz? Beynimiz davranışlarımıza karar veren organımızdır. Dışarıdan beyine gelen bir veri, elde olan bilgilerle beyinde değerlendirmeye tabi tutulur, bunun üzerine davranış sergileriz. Bu bakışla, bilgi depomuzun negatif ve pozitif toplardan oluştuğunu farz edelim. Eğer negatif top sayısı pozitif top sayısından fazla ise gelen bilgi üzerinden yapılacak değerlendirme negatif sonuçlu olacak, pozitif top sayısı fazla ise sonuç pozitif olacaktır. Yani bizim davranışımıza bizdeki bilginin temeli yansımaktadır. Mesela, olumsuzluklarla beslenen bir insanın yaşadığı bir olay karşısındaki tavrı karamsar ve kötümser olur. Çünkü beyninde bu duygulara ait izler taşır. Bu durumun tersi de yaşanabilir ancak bu durum gayrete tabidir; negatif duyguların bizde oluşturduğu hallerden daha derin iz bırakan pozitif duyguları hal etme çabasına girersek, ancak o zaman tüm algımız değişir. Bu durumu örneğimiz üzerinden inceleyelim: Camide yalan söylemenin günah olduğunu anladığını düşünen kişi neden satış yaparken hiç fark etmeden yalana başvurdu? Beyinde çalışan mekanizma, yalanın günah olduğunu bilmesine rağmen, ona o bilgiyi hal ettirmez, hal haline getirmez. Çünkü o mekanizma yanlış bir kullanıcıyla (dunihi algıyla) çalışıyor. Bu mekanizmayı “Billahi idrak”e yönlendirebilirsek o zaman bizden çıkacak fiiller bu yönde olacaktır. Bilelim ki: Ne zaman beynimizde Billahi idrakin bıraktığı iz, dunihi idrakin bıraktığı izden fazla olursa o zaman bizden çıkan fiiller Billahi idrakda olacaktır.
Billahi idrakdaki bu derinliği yaşantımızda nasıl gerçekleştirebiliriz? Dua ile! Duanın hakikatlerinden bir tanesi de, Rabbimizin razı olmadığı hallerimizin beynimizdeki izlerini fark edip, bu izlerden daha derin bir iz bırakacak Rabbimizin razı olduğu halleri yaşamamıza sebep olacak izler oluşturmaktır. Bunu hal edinmek bir çabaya tabidir. Önceki yazılarımızda bahsettik, duaya giden yol şöyledir: İçinde bulunduğumuz halden rahatsız oluruz, sonra tövbe ederiz, sonra da dua ederiz. İşte buradaki dua, bizde var olan izden daha derin Rabbimizin razı olduğu hallerin izini oluşturmaktır. Örneğimizdeki hasletle bunu derinlemesine anlamaya çalışalım.
Dışarıdan gelen bilgi: Yalan söylemek günahtır.
Sahip olduğumuz algı: Esfele safilin halde dunihi algı.
Bizden çıkan davranış: Yalan söylemek.
Bu halde yaşarken kendimizdeki yanlış davranışı yakalayıp;
1) Rahatsız olduk: Yalan söyledim, söylememem lazım dedik.
2)Tövbe ettik: Allah’ım ben hatalı kulunum, yanlış yaptım, beni affet, bağışla dedik.
3) Dua ettik: Allah’ım razı olmadığın halleri yaşamaktan sana sığınıryorum, bana merhamet et dedik.
Dua hedeftir, “Rabbim razı olmadığın halleri bana yaşatma, bu durumdan sana sığınırım” diyerek hedefimizi belirledik. Hedefimize bu dünyada ulaşmak için, yine bu dünyada göstereceğimiz bir gayret gerekiyor. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız, “var olan izden daha derin olması gereken Rabbimizin razı olacağı hallerin izi” için gayret etmemiz gerekiyor. Bu gayret kapsamında biz, işin hakikatini anlayan bir inanan olarak, söylediğimiz yalanın karşımızdaki kişiye değil Rabbimize olduğunu bilir ve bu durumdan korunmak için Rabbimize sığınırız.
Bu idrak seviyesini hal ederek yaşamaya çalıştığımızda bakarız ki eski davranışlarımızdan eser kalmamış… Böylece “kavli” ve “fiili” duamızı yapmış, dunihi algıdan Billahi idrake olan bu hicretimizle Rabbimizin razılığını kazanmış oluruz.
Rasulullah (SAV)’den öğrendiğimiz şu duayla Rabbimize sığınarak tamamlayalım:
“Allahümme elhimniy rüşdiy ve eızniy min şerri nefsiy”
“Allahım, bana rüştümü ilham et ve nefsimin şer olacağı davranışlardan beni koru, sana sığınırım.” (Âmin)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti