Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 105

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 22 Ekim 2018 Pazartesi 13:55:42
 

ARZU, GAYRET, KAZANIM, DEĞİŞİM!
DÜNYA İMTİHANINA BÖYLE BAKALIM
İnsan âhiretteki asıl hayatının gereği olan değişimi dünya hayatında tamamlamalıdır. Bu yüzden “dünya âhiretin tarlasıdır” denilmiştir. Bir değişim söz konusu. Değişeceğiz. Bu değişim kazanımla olur, değişimin şartı kazanımdır. Kazanıma basit bir hipotezle örnek vereyim. Hipotez doğrudur değildir, onu tartışmıyorum, söylemek istediğim mânâyı örnek veriyorum. Zürafaların boyunları neden uzun diye inceleme yapan bazı bilim adamları bir hipotezde bulunmuş. Diyorlar ki zürafalar ağaçların üst kısmındaki yaprakları yemek istiyor, sürekli oraya uzanıyorlar ama boyları yetmiyor. Bu kuşaklar boyu böyle devam edince, genlerindeki değişimle boyları, boyunları o yaprakları yiyecek hale gelmiştir. Bu bir hipotez, bir görüş, kanıtlanmış birşey değil. Biz buradan ne mana çıkarıyoruz? Zürafaların boylarının uzun olması bir değişimdir. Değişmeleri gerekiyordu, değişime uğradılar. Ne için? Hedefleri olan yaprakları yiyebilmeleri için. Bu değişimin olması için önce arzu gerekir. Yukarıdaki yaprağı arzuluyor. Şiddetli ve ısrarlı bir arzu şart! Sonra o arzuya uygun gayret gerekir. İşte o gayretle genlere tesir eden bir kazanım var, artık o onun kazanımı. O kazanım sonra değişime dönüşüyor. Anlatabildim mi? Arzu, gayret, kazanım, değişim! Dünya imtihanına böyle bakalım. Kişi âhiretteki yaşantısının değişimini dünyada tamamlayacak ve değişimine uygun yer neresiyse oraya gidecek. Ama o değişimin olması için arzu lazım, o arzuya uygun da gayret lazım ki o gayretle bir kazanım oluşsun ve o kazanım değişime dönüşsün. Dolayısıyla, Hakk veya bâtıldan birini seçen onu nasıl arzuluyor, nasıl önemsiyor? Sonra nasıl o yönde gayret ediyor? Nasıl o yönde kazanımı var? O yönde genleri nasıl değişiyor ve görmediğimiz suretlere bürünüyor. İşte değişim süreci! Arzu, gayret ve kazanım, değişim için olmazsa olmaz şarttır.
DEĞİŞİM İÇİN ARZU ŞART.
O ARZU GAYRETİ GETİRECEK
İki şâhitlik var. Esfele sâfiliyn hayatı yaşayanlar Allah’a “var” veya “yok” dedikten sonra “müstakilen varım ve muhtarım” diyerek bir şâhitlik yaparlar. Ona karşılık Rabbimiz “siz de şöyle şâhitlik yapın” diye bize bir şâhitlik öğretmiştir. Böylece iki farklı şâhitlik, iki farklı beyan oluştu: Âhiret için, yapılan beyana uygun bir kazanımın olması ve bu kazanımın değişime dönüşmesi lazım. İmtihana böyle de bakalım. “Müstakilen var ve muhtar olan ancak Allah’tır” beyanında bulunduk ve bu beyana, bu şehadete uygun hayat tarzı oluşturmalıyım dedik, bir karar verdik. Artık o karara uygun arzu çok önemli. “Bir şehâdette bulundum, ona uygun bir hayat tarzı oluşturmalıyım” dediği halde hiç arzusu yoksa olmaz. Değişim için arzu şart. O arzu gayreti getirecek. Arzunun gayrete ve bir amele nasıl dönüşeceğini Aşağıların Aşağısı kitapçığının Kurtuluş Yolu bölümünde maddeler halinde paylaştık. Arzu amele nasıl dönüşür, orada somut on madde olarak ele alındı. Yeter ki kafaya koyun, hepsi normal bir müslümanın yapabileceği şeyler.
“Müstakilen var ve muhtar olan ancak Allah’tır” beyanına uygun bir kazanımın olması, bu kazanımın değişime dönüşmesi gerekiyor. Değişim süreci böyledir: Karara uygun arzu, arzuya uygun gayret, gayrete uygun fikirler ve fiiller. Yaptığımız beyanın hem fikirlerle hem de fiillerle tasdiki gerekiyor, yaptığımız bu beyanı fikir ve fiillerimizle tasdik etmeye başlarsak süreç ilerler. Bunlar nefs mertebesi sürecinde fiillerin tecellisi, isimlerin tecellisi, sıfatların tecellisi gibi isimlerle bilinir. Siz o beyanı fikirleriniz ve fiillerinizle tasdike başlarsınız, böylece beyanın gerçek şehâdeti oluşur. Sonuç olarak, beyan kazanılmış beyana dönüşür; kazanılmış beyan da değişime dönüşür. Bu çok önemli süreci İhlâs Sûresi ile de göreceğiz.
“Allahım şöyle duydum” demek yetmiyor. Sadece beyan etmek yetmez, ayet ve hadislerden duyduklarınızı kazanıma çevirmeniz gerekiyor. Bu sınavda böyle bir zincir var: “Beyan” ne kadar “kazanılmış beyan” ise o derece kuvvetli değişim olur. O yüzden farklı nefs mertebeleri var. Beyan ne derece kazanılmış beyansa değişim o kadar kuvvetli olur. Değişim’i izah edeceğiz, o bir surettir, somut bir şeydir. Dolayısıyla süreç böyledir: Beyan, kazanılmış beyan, değişim.
İHLAS SURESİ’NDEKİ “BEYAN”
VE “KAZANILMIŞ BEYAN”
Bir parantez açalım. İhlâs Sûresi “kul” yani “söyle, beyan et” diyerek başlıyor. Demek ki “kul” emrinden sonra gelen, “HUvallahu Ehad, Allahu’s Samed” bir beyan! Bunu duyduk ve bir mümin olarak “lem yelid ve lem yûled” diyerek hayata başladık. Sonra çalışmalarımızla tespit ettik ki “ve lem yekün lehü küfüven ehad.” İşte bu kazanılmış beyandır. Duyduğumuz o beyanı kazanıma çevirdik, artık bir tespitimiz var, artık değişeceğiz demektir. Sınav böyle şekilleniyor: Beyan, kazanılmış beyan, değişim gerçeği, dünya hayatında beyanı belirleyen tercih temeline oturtulmuş bir deneme ile şekilleniyor. Müminlerin bir beyanı ve o beyana uygun bir değişim süreci nasıl varsa inanmayanların da bir beyanı ve ona uygun değişim süreçleri var. Onlar Allah’a karşı iftira olan bir beyanda bulunuyorlar; yaşantılarıyla bu beyanlarını kazanıma çeviriyorlar ve bu kazanımlarına göre de bir değişime uğruyorlar…  Âhiret hayatları için böyle bir değişim yaşıyorlar.
“KENDİM” DERKEN NE DİYORUZ?
Bu noktada “kendim” derken kastettiğimiz manaya dönelim. İnsanda “kendim” mânâsına olan nefs aynaya bakarken söylenen “kendim” değildir. Gözlerimizi kapatıp özümüze, kendimize “kendim” derkenkidir. “Kendim” mânâsına gelen nefsi şimdi yatay mânâlarına ayrıştıracağız. “Âmenû Billâhi ve Amilûs Sâlihâti” diye onu daha önce dikey mânâlarına ayrıştırmış, “Yöneliş ve İlişkiler” demiştik. Nefsi daha iyi anlayabilmek için şimdi onu kendi hizasında, kendi kulvarında yatay mânâlarına ayrıştıralım, orada neler hamur olmuş bakalım.
Kendim dediğimiz nefstir. Onu manalarına ayırdığımızda, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu, Kendinde Kendine Göre Var hal ve bütün bunları takdim için “BEN” demek karşımıza çıkar. Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun bir vasfı var, bu vasıf Kendinde Kendine Göre Var halde belirendir. O Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun vasfıdır, hamurunda o vardır; o vasıf Kendinde Kendine Göre Var’da belirdi, “BEN” deyince “BEN” diyende fonksiyon kazandı. Siz ona “nefs” dediğinizde de davranışa dönüştü. O vasıf Muhtariyet Gücü’dür. Muhtariyet Gücü, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun vasfıdır, Kendinde Kendine Göre Var olanda belirir, çıkar, “BEN” diyen ona fonksiyon kazandırır. “Kendim” dediğiniz ve tüm bunları kapsayan nefs de fillere, davranışlara, düşünce ve fikirlere dönüşür. O işte Muhtariyet Gücü’dür. Ondan Muhtariyeti Tercih Gücü’ne geleceğiz. Nefs kararlarını Muhtariyeti Tercih Gücü’nün esası olan Muhtariyet Gücü ile oluşturur, Kul Zat seviyesinden de hüküm verir. Bu cümleleri ancak kesret diliyle böyle söyleyebiliriz, tevhid diline uymaz. Demek ki nefs kararlarını Muhtariyet Gücü ile oluşturuyor, Kul Zat seviyesinden de hüküm veriyor.  
MESELE BU İKİSİDİR: KENDİ ADINA
“BEN” DİYEN, ALLAH ADINA “BEN” DİYEN
Dünyadaki fitne vasıflı imtihanın sağlayacağı değişim Hakk ile bâtıl arasındaki “Tercih”e bağlanmıştır. Nefs dûniHİ algı ve zannları ile karşılaşınca ve Hakk bilgileri de duyunca onda Hakk ve Bâtıl ayrımı oluşmuş ve bu konuda fonksiyon gören “Tercih” özelleşerek imtihana tâbi tutulmuştur. Burayı biraz izah edelim. Esas olan Muhtariyet Gücü’dür ve o dünyada ve ahirette hep devam edecektir. Esasen Muhtariyet Gücü varken Tercih Gücü yoktu, yani Hakk’la bâtıl arasında “tercih” gücü henüz orada fonksiyon kazanmamıştı. İnsan Esfele Sâfiliyn’e gelip dûniHİ algı ve zanlarını tanıyınca, kendisini orada bulunca, Hakk bilgileri de duyunca işte o iki şeyi (Hakk ve batılı) görünce, bir ona bir diğerine bakıp tercih zorunda kalınca Muhtariyet Gücü’nün “tercih” fonksiyonu kuvvetlenir, açığa çıkmıştır. Böylece Muhtariyet Gücü dünya hayatı imtihanı içerisinde Muhtariyeti Tercih Gücü olmuştur. Muhtariyeti Tercih Gücü’nün T’si, yani tercih ile nefsler iki şeyden birini seçerler: Ya dûniHİ algı ve zannlarını veya Billâhi anlamda îman ve gereğini! DûniHİ algı ve zannlarını tercih eden nefs “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiası ile kendi adına “BEN” der. Billâhi anlamda îman ve gereğini tercih eden nefs ise “Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır, başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” gereğinden hareketle Allah’ın kendi “BEN” demesinden verdiği yetki ile var görünen haline Allah adına “BEN” der ki bu Halifetullah’tır. Müstakilen “BEN” diyen Halifetullah olamaz. Ona Halifetullah özelliği verilmiştir ama Allah onu Halifetullah kabul etmez. Çünkü o verilen yetkileri Veren’e karşı kullanıyor. Halifetullah Allah adına “BEN” der. Böylece sınavda iki şey belirdi; kendi adına “BEN” diyen ve Allah adına “BEN” diyen. Hiç uzatmayalım, mesele bu ikisidir: Kendi adına “BEN” diyen, Allah adına “BEN” diyen. Kazanımlar bu temelde olur, kazanımı “BEN” yapar, “BEN” duygusu yapar. Çünkü o kazanacak ve değişim işte bu kazanımı yansıtacak.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti