Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

İNŞİRAH YAZILARI – 28 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 27 Şubat 2019 Çarşamba 13:17:25
 

Hud Sûresi 23: “İman edip salih amel işleyenler ve Rablarına ihbat edenler var ya, işte onlar ashabı cennettir. Onlar orada ebedi kalıcılardır.”
Rabbine ihbat edenlerin (kalbi ihbat etmişlerin, muhbitlerin) önemli bir özelliği korku ve umudu dengelemeleridir demiştik. Bu korku ve umutla ilgili önemli bir noktayı paylaşalım inşaAllah. Çünkü uygularken dünya yaşantısına ters bir hali var bunun. Mesela normal yaşantıda bir mikroptan, bir gribal faktörden korkuyorsan ne yaparsın? Tedbir alır korunursun, gribe karşı müttaki olursun. Gripten korkar, ona karşı tedbir alırsın. Birisi sorsa, “gripten korkuyorum, gripten korunmak için çalışıyorum” dersin. Dünya yaşantısının gereği yaptığın budur. Ama bu yöntemi Allah yolunda da aynen uygularsan olmaz. Neden? İnce bir nokta, bu yüzden söyleyeceğime çok dikkat ediniz. Bu yolda korkmak için mutlaka sebepler bulmak lazım. Kendi kendinize kaldığınızda; “o kadar çok havf ve reca (korku ve umut) deniyor ama ben bu korkma işini tam beceremiyor olabilir miyim?” deyip, korkacak şeyler bulmalısınız. “Nelerden korkmam gerekiyor ve bu korku nedir, nasıldır?” diye araştırıp, bacağınızı titretecek korkuları bulmanız gerekiyor. Demek ki korkmak için bir sebep bulmak gerekiyor. Buldun diyelim. O korktuğun şeyden korunurken, korunmayı o sebebe yönelik değil, yalnızca Allah rızası için yapmalısın. Farkı izah edebildim mi? Korkmak için bir sebep arayıp bulacaksın. Ondan korunurken, onunla ilgili korunma (müttaki olma) çalışmalarını yaparken, uygulamalarını “Allahümme ente maksudiy ve rıdake matlubiy: Maksadım sensin ve senin rızanı kazanmak Allahım” niyeti çerçevesinde yapacaksın. Uygularken o sebep ortadan kalkacak, ancak o zaman Allah rızası için yapmış olursun. Yoksa korktuğun şey için yapmış olursun. Bu çok önemli bir vurgudur. Kişi sigara içiyordu, sigaranın zararlı olduğunu duydu, bıraktı. Sorduk; niye bıraktın? “Allah rızası için bıraktım” derse makbul. Bakın onun korkmak için bir sebebi var: Zararlı. Ama bırakma nedeni Allah rızası. Ona sorduğumuzda “çok zararlıymış onun için bıraktım” deseydi, orada Allah rızası olmazdı. Oysa ne yaptı? Zararlı diye korktu. Ama dinen hoş görülmüyor diye bıraktı. Bırakma işini Allah rızası için yaptı, “Allah rızası için bıraktım” dedi. Allah rızası için yapıyor. İzah edebildim mi, inşaAllah?
Aynı durum umut için de geçerlidir. Umutlanmamıza yol açacak bir sebep bulmak ama umutlanırken Allah rızası için, rızasını umarak umutlanmak lazım. Bu yöntemi vecel ve huşu için de gerçekleştirdiğinizde “uygulamalar hep Allah rızası için olmalı” sonucunu yakalar, onu da uygularsanız güzel olur, doğru olur.
Şimdi paylaşacağımız şey idrak olarak da uygulama olarak da çok önemli. Bir kişi düşünün “ben de müstakilen varım ve muhtarım” demiyor, bu iddiada değil. Bunu fark etti ve bu konuda nefs mücadelesi yapıyor yani nefsini bu konudaki şerden temizliyor. Bu kişi için sakınılması gereken önemli bir şey var, onun bu noktadan sonra düşebileceği bir yanlış var: Onun “varlık ve muhtariyet” iddiası yok ama yaşadığı toplumda, çevresinde “varım ve muhtarım” iddiasıyla yaşayanlar var. Eğer kişi onlarla ilişkilerinde onların bu iddialarını tasdik ediyorsa Hakk yolda ilerleyemez. Tabi bu iyi anlaşılmalıdır. Kişi “ben varım ve muhtarım” iddiasında olanları, onların yaptığı işleri, onların fikirlerini, düşüncelerini, söylemlerini tasdik ediyorsa ilerleyemez. Oysa kendisi “ben varım ve muhtarım” demiyor. Hatta “Allahım ben sana varlık ve muhtariyet iddiasında olmadan iman ediyorum, bu batıl iddiaya sırtımı döndüm” diyor. Ama bakıyorsunuz, “ben varım ve muhtarım” diyenleri yani “ben de Allah’ın dışında tanrıyım” diyenleri tasdik ediyor, onların hallerinin tasdikçisi. En azından onları takdir ediyor. “Ben tanrıyım” zihniyetinde olan birisi bir iş yapıyor, varlık ve muhtariyet iddiasında olmadığını söyleyen kişi ise “helal olsun nasıl yapmış şu işi” diyor. Fark ettiniz mi? Lütfen dikkat edin, o kişi o işi o mütekebbir olarak yapmış, zaten mütekebbirliğini ilan etmiş, sen de yorumunla, yaklaşımınla onun küfrünü takdir ve tasdik ediyorsun. Bu söylediğimi iyi fark ederseniz, küfür ehlinden hayran olduklarınız olamaz. Bir kişi küfür ehli (tanrılığını ilan etmiş), bu idrakta ısrarlı bir yaşantısı var ve siz onu tasdik ediyorsunuz. Öyle bir şey nasıl olur? Olamaz.
Bu söylediğimi fark etmekle siz “Benim dostumla dost, düşmanımla düşman olun” ayeti kapsamına girersiniz. “Düşman olun” demek, gidin düşmanlık yapın demek değildir. “Onun küfrüne katılmayın” demektir. Küfrüne katılma. Bunu anlayan buğz etmenin ne demek olduğunu fark eder. Siz onun yaptığı işin “Allah yokmuş gibi” bir idrakla olduğunu gördüğünüz halde ona nasıl hayranlık duyarsınız? Olmadı. Bu halden kurtulmadan ilerleyemezsiniz. Onu kabul etmez ve tasdik etmezseniz hızlı ilerlersiniz.
Bunu bir başka örnekle açmaya çalışalım. MOBESE kameralarının yakaladığı görüntülere rastlıyoruz; kuyumcu soyuyorlar, benzinlik soyuyorlar. Ama kameralar sayesinde yakalanıyorlar. Bir arkadaşlarınızla böyle bir haber izliyorken, içinizden biri soyguncu için “bravo adama ya” dese, onu takdir etse, onların soygun işini tasdik etse, hayran olsa ne düşünürsünüz? “Yarın bir gün bu da bir soygun yapar” dersiniz. Küfür de böyle bir şey işte. Çocuğunuz o yanlışı tasdik etsin ister misiniz? Çocuğunuz o haberi izlerken “Allahım bizi böyle işlerden muhafaza ediver” dese memnun olursunuz. Veya dua işiyle meşgul değilse, normal dünya sistemi içerisinde bir adaleti savunup o işi kınarsa, “başkasının malına zarar veriyorlar, vicdansızlar” falan derse gene memnun olursunuz. Neden? Çünkü böyle bir işe karışmaya niyetli olmadığını düşünürsünüz. Bir işi tasdik, o işi yapacak olmak demektir. Bu açıdan bakalım: “Ben de varım ve muhtarım” iddiasında olanları izleyen, okuyan, karşılaştığında onlara hayranlık duyan, medya ve sosyal ortamlarda onların yorumlarını, görüşlerini paylaşan, onları tasdik eden bir kişi o işi yapacak demektir, gizli gizli küfre hayran demektir. Bunu “Sen Tanrı mısın?” kitapçığında da anlattık, insanın dünyaya gelen esfele safiliyn yapısının ilk aşkı küfredir, insan küfrüne âşıktır” dedik. Kişi küfrüne âşıktır, bu aşktan ancak Allah’a âşık olursa kurtulabilir. Normal hayatta da öyledir, herhangi bir aşkı ancak daha büyük bir aşkla silebilirsiniz. Bunun gibi, kişinin küfrüne olan aşkını ancak Allah Aşkı siler. O aşkı yakalamak gerekir. Ama kişi kendini küfre aşkın içinde bulduğu için “ben varım ve muhtarım” iddialarını gizli gizli tasdik eder. Bu tasdikleri, bu takdirleri tek tek yakalayıp kurtulursa buğz çerçevesine girmiş olur. Buğz ettiği için, inşaAllah kendisi onları yapmayacak demektir. Ve aslında bu haliyle o, nefsini şerrinden temizliyor demektir. Bu önemli bir ipucudur.
Bir ipucu daha: Siz karşılaştığınız her türlü düşünce, hal ve fiili iki şeyden birine havale edersiniz; şeytana veya Allah’a. Ben bunu şeytana mı havale ettim, Allah’a mı diye mutlaka sorgulamalısınız. Çünkü mutlaka ikisinden birisi yapılır, mutlaka. Her düşünce, her yorum ve her fiil için böyledir, üçüncü bir şık yok. Kişi kendisini incelerken buna da çok özen göstermelidir.
Billahi anlamında iman edenlerin kalbinin ancak Allah zikriyle mutmain olduğunu ayetlerle görmüş ve üzerinde durmuştuk. Bu tatmin sözde tanrılık iddiasındaki yaşantıda da vardır ama nasıldır? Sözde tanrılık iddiasındaki yaşantıda sadırlar mutmain olur, sadırlar tatmin olur. Dikkat edin tatmin olan kalbler değil, sadırlar. Bu yaşantıda sadırlar neyle mutmain olur biliyor musunuz? Şikâyetle. “Sözde Tanrılık İddiası”ndaki yaşantıda sadırlar tatmin olur ama şikâyetle! O yaşantıda sadırlar öyle denge bulur. İman edenlerin kalbleri “Allah zikriyle” tatmin olur, tanrılık iddiasında olan ve bu yaşantıyı sürdürenlerin ise sadırları “şikâyetle” tatmin olur. Şaki (bedbaht, sapmış) kelimesi şikâyetle aynı kökten gelir, şikâyet eden demektir. Kimi şikâyet ediyor? Allah’ı. Hangi konuyu konuşursanız konuşun, kimi çekiştirirseniz çekiştirin, hep Allah’ı şikâyet ve Allah’ı çekiştirmedir. Birisi size bir şeyini anlatıyor. Dinlediniz, onun adına da üzüldünüz. Şikâyeti gitsin diye ona hayr duası yapsanız rahatsız olur, sizin hayr duası yapmanızdan rahatsız olur. “Ya boş ver bunları, hayrlısı olsun” deseniz rahatsız olur, size kızar, onun tarafını tutmadığınızı söyler. Size mevcut olan sistemi anlatmaya çalışıyorum. Eğer kişi şikâyetle tatmin oluyorsa, sadrı şikâyetle tatmin oluyorsa fiillerde de bu var demektir.
Bir arkadaşınıza telefon ediyorsunuz, iki cümleyle işinizi konuşursunuz, sonra şikâyet… Çocuktan, beyden, hanımdan, gelinden, kayın valideden, sistemden, trafik polisinden, arabadan… Hep şikâyet. Karşıdaki de cevap veriyor, iş bitti, ikisinin de sadrı rahatladı, dengeyi buldular. “Seninle de sohbet ne güzel” dediler, onlar artık sıkıştıkça birbirlerini ararlar. Duramazlar. Neden?  Çünkü sadırlarını rahatlatacaklar. Neyle? Şikâyetle. Dikkat edin, hayatları sürekli şikâyet! Bu hal şaki/sapmış oluşun fiilidir. Şikâyetten kurtulmayanın şaki fiilinden kurtulması mümkün değildir. Öyleyse insan hayatını saniye saniye, satır satır incelemeye almalıdır, değil mi? Eğer ahirette Allah’ın rızasına talibseniz böyle. Allah muhafaza etsin, tehlikeli bir hastalıkta doktor “kendine saniye saniye dikkat edeceksin” dediğinde dikkat ediyoruz. Kişi yemesine, içmesine, ilacına, dışarıda maskeli gezmesine, hepsine dikkat ediyor. Demek ki insanda bu haslet var, saniye saniye dikkat edebiliyor. Ama bu özelliği Allah için kullanmıyor. Olmaz! Talip isek bunu Allah yolunda da yapmalı; hayatı saniye saniye incelemeli, bu tuzaklara nasıl düşüldüğüne bakmalı, düşmemek için çok dikkatle yaşamalıyız.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti