Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KAÇ ÖLÜM VAR VE MÜ’MİNLER NASIL ÖLÜYOR?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 27 Mayıs 2017 Cumartesi 11:28:25
 

– 111-
Tâ-Hâ 123: “Rabbi dedi ki: İkiniz cem’an aşağı inin oradan, birbirinize düşman (engelleyici)siniz. Benden size bir hüdâ geldiğinde, kim benim hüdâma tabi oldu ise, o sapmaz ve şakıy olmaz.”
Bakara-38: “Dedik; ‘İnin oradan hepiniz. Artık benden size bir hüdâ gelir de kim hüdâma tabi olursa, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.”
“İnin oradan. Size bir akıl verdik, onu kullanın da kurtulun” denilmiyor. Deniyor ki: “Size bir hüdâ, bir akıl gelecek. Kim gönderdiğim, verdiğim o aklı kullanacak seviyede aklını kullanırsa onlara korku da mahzunluk da yoktur.” Bir kişiye bir konuda akıl verdiyseniz dersiniz ki; ona o aklı ben verdim, değilse onun aklı onu bulmaya yetmez. Çünkü o kişi sizin verdiğiniz aklı kullanıyor. Verilen aklı kullanacak bir aklı var.
Ayetler ne diyor?
Başlangıç çizgisinde yetkimiz, sınırımız bu. Anlıyoruz ki akletmek, Allah’ın hüdâsını kullanmayı akletmek demek! O da kalble çok ilişkilidir.
“Ve biz bir Rasûl ba’s etmedikçe azab etmeyiz.” (İsrâ-15)
“Her ümmet için bir Rasûl vardır. Rasûlleri geldiği vakit aralarında Bil-Kıst hükmolunur. Onlar zulme uğratılmazlar.” (Yûnus-47)
Öğrendik ki bizim rasûllerin getirdiği bilgileri tercih etme aklımız var. Bu bir yetkidir, sınırı budur. Siz bir bilgisayarı bir kullanıcıya açınca “Şu kadar ulaş, şu kadar kullan” diye sınır koyuyorsunuz, onun gibi, sınırımız bu. Bu sınırı aşarsak hâtâ yaparız, yanlış sayfalara gireriz. Yanlış sayfalara girmeyelim diye bize öğretiyor: “Semi’nâ ve eta’nâ” deyin, “İşittik ve itaat ettik” deyin.
“Biz uyarıcıları olmayan hiç bir Karye’yi helak etmedik. Zikra (hatırlatma ve uyarı ile) olur. Biz zâlimler değiliz.” (Şu’arâ; 208, 209)
“Müjdeleyici ve uyarıcı rasûller (gönderdik) ki insanların rasûllerden sonra Allah’a karşı bir hüccetleri (delilleri) olmasın. Allah Aziyzen Hakiym’dir.” (Nisâ-165)
“Eğer kendi ellerinin takdim ettikleri yüzünden onlara bir musîbet isabet ettiğinde; ‘Rabbimiz, bâri bize bir rasûl irsal etseydin de âyetlerine tâbi olsaydık ve mü’minlerden olsaydık’ diyecek olmasalardı.” (Kasas-47)
“Bir bölgeyi helak etmeyi irâde ettiğimizde oranın sefahat önderlerine (rasûllerle düzelmelerini) emrederiz. Ama onlar orada sapkın inançlarının gereğine devam ederler, bu yüzden uyarılarımızın sonucunu yaşamayı hak ederler, biz de onları helak ederiz.” (İsrâ-16)
Hakk yol dışındaki öneriler cazip gelmemelidir.
Talip olanı uyarmalıyız
Ayetlere devam edeceğiz. Ancak normal yaşantımız için önemli olduğuna kanaat getirdiğim bir kuralı paylaşalım. Bu âyetlerde hem “uyarı” var hem de “tercih” yetkimizin olduğu vurgulandı! Uyarı kelimesi önemli, Kur’ân’ın bizi uyarmasından bahsederiz. Bir de insanların birbirlerini uyarmaları var. O ikisinde hata yapmamak lazım.
Şu tablo değişmeden devam ediyor: Allah bir konuda uyarıyorsa Allah uyardı diye ondan nefret ediliyor. Doğru mu? Bunu insan kendisinde de yaşar. Peki, ne yapması lazım? İnsani ilişkilerde uyarılanın dikkat etmesi gereken şeyler vardır, uyaranın dikkat etmesi gereken şeyler var. Uyarıları nasıl anlıyoruz ve nasıl davranıyoruz, bunu anlamak üzere bir basit örnek vermeye çalışayım. Bir şeker hastası var, hastalığını umursamıyor, gıdasında durmadan yanlışlar yapıyor. Onun bir sıkı dostu, bir de normal arkadaşı var. Elini tatlıya uzattığında dostu hemen müdahale ediyor, “Onu yemesen” diyor. Diğer arkadaşı; “Bir dilim baklavayla ne olacak, ye gitsin” diyor. İşi bilmeyen şeker hastasına göre bu iyi bir dosttur, çünkü ondan yana, “Ye gitsin, birşey olmaz” diyor. Diğeri rahatsız edici, “Onu yeme, bunu yeme” deyip karışıp duruyor. “Ne yiyeceğiz kardeşim?” diye kızar ona. Sıkı dost oysa! Bu uyarması devam edince ona nefret başlar, o sıkı dosttan nefret eder. Diğerinin söyledikleri yüzünden ölür ama onu severek ölür. İşte uyarılara böyle yaklaşmalıyız. Bize gelen uyarı Hakk yol için midir değil midir, onu ayırt etmeliyiz. Hakk yol içinse ona müteşekkir olacağımızı unutmamalıyız. Hakk yol dışında olan öneriler bize cazip gelmemelidir, onları daha iyi, daha hoşgörülü zannetmemeliyiz. Birincisi bu. Ancak bir önemli nokta var, uyarıların tesir etmesini istiyorsanız şu önemlidir. “Onu yeme, bunu yeme” diyen kişinin söylediği doğru ve uyarılarının tesir etmesini istiyor. Ama kişi ondan nefret etti, yaptığı iş tesir etmiyor. Uyarıların tesir etmesi için, önce hastanın tâlip olması gerekir. Kişi tâlip değilse durmadan uyarmayın! “Hakk yolu anlatıyorum, doğruyu söylüyorum, yaptığım yanlış mı?” demeyin! Karşıdaki tâlip değil. Talip olmadığı için doğrularla karşılaştıkça senden nefret eder, çünkü sistem böyle. İnanmayanlar da Allah uyarıyor diye Allah’tan nefret etmiyorlar mı? Aynı şey senin için de geçerli. Karşındaki tâlip değilse durmadan uyarırsan senden nefret eder. Ne kadar doğru söylersen söyle, değişmez. Bir nefret ederse daha da tesir edemezsin. Amacın bağcıyı dövmek değil de üzüm yemekse onun tâlip olmasını sağlamalısın. Bu yüzden tâlip önemlidir. Herkese göre farklı bir strateji ile kişinin tâlip olmasını sağlamalıyız. Bunu nasıl yaparız diye sorarsanız, gülerim. Çünkü dünya işinde hiç sormuyorsunuz. Pazarlama teknikleri var, dünyanın kişiyi tâlip yapacak teknikleri var. İş dîne gelince nasıl yaparım diye sorarsanız olmaz. Kişiyi seviyorsan, onu tâlip yapacak bir yol, bir yöntem bulursun. Doğruyu söylemek başka şeydir, yöntem başka şey. Doğruyu söylüyor olmak seni haklı yapmaz. Haklı yapacak şey senin yöntemindir. Bir hadisi veya âyeti paylaştınız, yani doğruyu söylediniz diyelim. Dikkat edin, o malzeme senin değil, sen ondan sorumlu değilsin. O âyeti, o hadisi sen söylemedin, bir alıntı yaptın. Alıntıya sığınarak “Haklıyım” diyemezsin. Sen yönteminden sorumlusun? Öyleyse “Söylediğim yanlış mı?” diye bir gerekçe üretemezsin. Sen senin olandan sevap veya günah kazanırsın, yani yönteminden kazanırsın. Kötü yöntemle yaptıysan Allah da kızar; “Niye âyetimi böyle kötü yöntemle kullandın?” der, Kulumu niye âyetle nefret ettirdin?” der. Uyarı yaparken bu çizgi çok önemlidir, dikkat etmek lazım inşâAllah.
Kişinin kendi aleyhine iki şâhitliği var
“Eğer biz onları önce bir azab ile helak etseydik, elbette şöyle derlerdi: ‘Rabbimiz, bize bir rasûl irsal etseydin de zillete düşmeden, rezil olmadan önce âyetlerine tâbi olsaydık.” (Tâ-Hâ; 134)
Bunu söylediklerinde onlar artık değişikliklerine şâhitlik yapıyorlar. İş işten geçmiş denir ya öyle bir hal, Allah muhafaza etsin.
“Ey, cinn ve insan topluluğu! İçinizden size, âyetlerimi kıssa eden ve şu an içinde bulunduğunuz hal için sizi uyaran Rasûller gelmedi mi? ‘Nefslerimiz üzerine (kendi aleyhimize) şahitlik ettik’ dediler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına dair, nefsleri üzerine şâhitlik ettiler. Bu şundandır: Rabbin, halkı risalet ile uyarılmamış iken, zulmedici olarak ülkeleri helak edecek değildir.” (En’âm; 130, 131)
“Allah üzerine yalan uyduranlardan yahut O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zâlim kimdir? İşte onlara kitaptan kendi nasipleri nail oldu. Nihayet onları vefat ettirmek için Rasûllerimiz kendilerine geldiği vakit; ‘Dûnillah (algı sonucu Müstakilen VAR ve Muhtar sanıp) dua edip güvendiğiniz güçler nerede?’ dediler. ‘Bizden kaybolup gittiler’ dediler ve (böylece) inkârcı olduklarına dair kendi aleyhlerine şâhitlik yaptılar.” (A’râf-37)
“Muhakkak ki, Allah üzerine yalan uyduranlar iflah etmezler.” (Nahl-116)
Anlıyoruz ki ölümle birlikte Muhtariyeti Tercih Gücünden “Tercih” yetkisi kalkar, zannların büyüsü bozulur. Çünkü canlarını almak için rasûller geldiğinde onlara “Allah dışında sanarak dûnillah algı ve zannlarınızla yönelip çağırdığınız, kendilerini müstakilen VAR ve muhtar zannettiğiniz şeyler, güçler şimdi nerede?” diyorlar. Onlar da “Kaybolup gittiler” diyor. Kayboldular, iş artık bozuldu, “Tercih”in hükmü bitti. Ve A’râf-37’den anlıyoruz ki bu, ölüm anındaki şâhitliktir. Kıyâmet Sûresi 13,14,15’i okuduk, orada da bir şâhitlik var, o hesap günündeki şâhitlik. Kişinin kendi aleyhine iki şâhitliği var, yanlış yapan iki kere şâhit oluyor. Ölürken “Evet, ben sana karşı âsi idim” diyor. Bir de hesap gününde önce yan çiziyor, mazeret üretiyor, sonra kendi aleyhine şâhitliği yine yapıyor. Böyle iki şâhitlik var, her ikisi de kişinin kendisine şâhitliğidir.
“Hangi şeyden sorup duruyorlar; o azıym haberden mi? Ki onda muhteliftirler. Hayır (zannettikleri gibi değil), yakında bilecekler. Yine hâyır, yakında bilecekler.” (Nebe; 1-5)
“Yakında bilecekler. Hâyır, yakında bilecekler” âyetinin bu iki şahitliği haber verdiği yorumu yapılır. İki kez peş peşe; yakında bilecekler! Çünkü ölüm de yakın, kıyâmet de. Allah indinde ikisi de yakın. Dolayısıyla ölümde bilecekler, kıyâmette de bilecekler, şâhit olarak.
“Dediler ki: ‘Rabbimiz bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin de günahlarımızı itiraf ettik! (Bu durumdan) bir çıkış (kurtuluş) yolu var mı?” (Mü’min-11)
Bu âyet de iki kere şâhitliği gösteriyor, iki kere hallerine şâhit oluyorlar. Demek ki öyle korkunç ki “İki kere öldürdün, iki kere dirilttin” diyorlar. Öldü, hesap için dirildi ve haline şâhit oldu. Ba’s olmak üzere tekrar öldü. Bir süre geçti, sonra tekrar dirildi. O zaman diyor ki; “İki kere öldürdün, iki kere dirilttin, iki kere şahitlik yaptık. Bu ne ızdırap Rabbimiz, buradan bir çıkış var mı, kurtuluş yok mu? Burada önemli uyarımız şu:
İnsan dünya hayatı sürecinde dûniHİ algı ve zannlarını temizlerse ölüm sonrası pişmanlık azaplarını temizlemiş, kaldırmış olur. Çünkü ölüm sonrası pişmanlık azapları dünyadaki dûniHİ algı ve zannların hatıralarıdır. Onu kaldırırsanız ilerideki pişmanlık da kalkmış olur. Bu durumda ölüm anı mü’minlerde nasıldır? Dünyada iki tercih hakkı vardı. Hakk yolu tercih edenler yani mü’minler nasıl ölüyor?
Mü’minler nasıl ölüyor?
“Orada ilk ölümlerinden başka ölüm tatmazlar.” (Duhân-56)
Bir kere öldü bitti, ba’s anına kadar.. Peki, o ölüm nasıl? “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır, başka müstakilen VAR ve Muhtar yoktur” beyanını yapmış ve bunun gereği hayat tarzını tercih etmiş kişi nasıl ölür? Bunları âyetlerden okuyoruz, âyetten şüphe olmaz.
“Eğer, (ölen kişi) Mukarrebun’dan ise (bu beyanda ve gereği olan hayat tarzında değişimini çok ilerilere götürmüş, değişmiş de değişmiş, değişmiş de değişmiş, değişimde öne geçmişse) ona ravh (rahatlık, tam vasıl olma), reyhan (güzel koku) ve Naim Cenneti vardır.” (Vâkıa; 88, 89)
Reyhan, güzel koku ve Naim Cenneti. Ölür ölmez bir güzel kokunun içine, büyük bir rahatlığın içine ve Naim Cennetlerine, bir anda. Mukarrebun için böyle. Bunu Efendimiz (SAV)’in Fâtır Sûresi 32. âyetin izahı olan hadisinde görüyoruz.
Âyet devam ediyor. Ölen kişi Ashâb-ı Yemîn’den ise, yani bunlar kadar öncü değil ama İhlas Hayat Döngüsü’nde olanlardan ise: “Eğer o (ölen kişi) Ashâb-ı Yemîn’den ise; “Ashâb-ı Yemîn’den, senin için selâm var (denir).” (Vâkıa; 90, 91)
Duhan-56’dan öğrendik, bir kez ölüm var. Vâkıa 88-91’den öğreniyoruz ki “Âmentü Billâhi ve Rasûluhi” deyip bu doğrultuda gayret eden için ölümde iki ihtimal var: Ya doğrudan rahatlığa, güzel kokuya, Naim Cennetlerine anında geçer. Veya onu karşılayanlar; “Ey bu yolu tercih etmiş olan ashâb-ı yemîn, Selâm sana” derler ve ölümü tadar.
Dünyada bize öyle demiyorlar. Ama ölüm anında iki ihtimalden birinin olacağını Kur’ân söylüyor. Bunları duyunca diyoruz ki; “İyyâKE nabudü VE iyyâKE nesta’iyn.” Kabul buyur Yâ Rabbi, râzı oluver Yâ Rabbi. Âmîn.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti