Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AŞAĞILARIN AŞAĞISI YAZILARI – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 17 Mayıs 2018 Perşembe 13:31:49
 

– 6-
Necm-32: “Nefslerinizi tezkiye etmeyin (kendinizi aklamaya çalışmayın).”
Esfele Sâfiliyn öyle kuvvetli ki sahibi kullarını uyarıyor: Yanlış yapıyorsunuz, kendinizi aklamaya çalışmayın. Kur’an’ı tefekkür edip ders yapın. Nefsinizi tezkiye etmeye, aklamaya çalışmayın.
Nisa-105: “Hâinler için hasıym (savunucu) olmayın.” Allah’a karşı yanlış yapanı savunmayın. Allah’a karşı küfrü yaşayanı, hâinlik yapanı savunmak sizi batırır. Bu kurtuluşunuzla ilgilidir, sizi mahveder, Kur’ân’ın önerdiği amelleri yapamazsınız, yaşayamazsınız, yanlışı savunmayın! Kendi yanlışlarınızı da savunmayın. DûniHİ algı yüzünden insan bâtılı hoş görüp aklamaya, savunmaya çok meyillidir. Bu davranışı huy edinen dûniHİ algıdan çıkamaz. Dikkat edin, bâtılı hoş görmenin sebeplerinden birisi rahat günah işleyebilmeyi seviyor ve istiyor olmaktır.
“Kendi nefslerine hâinlik edenleri savunma. Muhakkak ki Allah, sürekli hâinlik yapanı sevmez.” (Nisa-107)
Ayetler böylece uyarıyor: DûniHİ bir varlık yoktur; Allah’tan başka müstakilen var ve muhtar YOKtur. Ama insan dûniHİ algıda olduğu için aldırış etmiyor. Zavallı hem de Efendimiz (SAV)’in lanetlediği dövmeyle kocaman “ben varım” yazdırıyor. Yazık! Gün gelecek soracaklar, “varsan haydi” diyecekler. Hac-62 ve Lukman-30, dûniHİ algı sebebiyle müstakilen var ve muhtar zannının bâtıl olduğunu öğretti. Kur’ân bu bâtılın yaşantıdaki yerini ve önemini de örnekliyor. Bakın:
“(O) Sema’dan bir su inzal etti de (böylece) vadiler kendi kaderlerince sel olup aktı. O sel üste çıkan köpüğü yüklenmiş taşır. Bir süs veya başka eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah Hakk ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider, insanlara fayda veren şeye gelince o Arz’da kalır. İşte Allah böyle misaller verir.” (Ra’d-17)
Ayette Hakk suya benzetildi. Suyun hayattaki yeri ve işlevini düşünürseniz Hakk’ın misali su! Bâtıl hızla akan suyun üzerindeki köpüğe benzetildi. Su hızla akarken sel olup akar, köpük yapar. Köpüğün ne faydası var? Hiç! Onunla yaşayamazsınız. Rabbimiz diyor ki sonsuz hayatın için suyu önemse, köpükle yaşayamazsın! Hakk, madenlerin işlenmesi sürecine de benzetilerek, madenler eritilirken üzerinde meydana gelen köpük batıla misal getirilmiştir. Sanatkâr cevheri eşyaya çevirir, köpüğü alır atar. Din günü, o “zor gün”de, o “şiddetli gün”de atılanlardan olmayalım…
Bir dua ile devam edelim: Eşhedü en Lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduHU ve RasûluHU. Allahım, temizlenmiş ve tövbe etmiş, sırâtı müstakıymine dâhil olmuş, kendisinde bir korku ve mahzunluk bulunmayan nefs-i mutmain salih kullarından eyleyiver biz kullarını. Allahım, o zor günde, din gününde, o şiddetli günde huzuruna Kalb-i Selim ile gelmiş, kendisinde bir korku ve mahzunluk bırakmadığın, yüzünü nurunla nurlandırdığın, kitabını sağ tarafından verdiğin, mizanında sevabı ağır gelen, cehenneminden koruduğun, cennetinle mükâfatlandırdığın; Rasûlullah, Nebiullah, Habibullah Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV)’e komşu eylediğin; Cemalullah’la şereflendirdiğin mutlu kullarından eyleyiver biz kullarını Allahım. Âmin. Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve Âdeme ve Nuhin ve İbrahime ve Musa ve İsa ve ma beynehüm minen Nebiyyine vel Murseliyn. Salavâtullahi ve selâmuHU aleyhim ecmaıyn, birahmetike yâ erhamer rahımiyn, vel hamdü lillahi rabbil âlemiyn.
Metal işleyen sanatkârın işe yarayan kısmı alıp köpüğü atışı gibi, o şiddetli günde işe yarayan kısım cennete, köpükler cehennemedir. Köpük olmayalım. Allah böyle misaller verir. Ama misalleri okurlar, anlamayıp beğenmezler, “Böyle misal mi olur, biz daha iyisini veririz” derler. Siz öyle demeyin, misallerin anlatmaya çalıştığı mânâları anlamaya çalışın, Rabbimiz böyle buyuruyor.
“(Rasûlüm) onlara misal olarak şu iki adamı anlat. Bunlardan birine iki üzüm bağı verilmiş, etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: ‘Ben, servetçe daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.’ Böylece nefsine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: ‘Ebediyen bunun yok olacağını zannetmiyorum. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.’ Arkadaşı ona hitaben: ‘Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin? Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde maşallah, lâ kuvvete illa Billâh deseydin! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki;) belki Rabbim bana senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağın kupkuru bir toprak haline gelir. Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın.’ Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. ‘Ah, keşke Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!’ diyordu. Kendisine destek için dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiği) bir güç çıkmadı ve böyle bir gücü kendisinde de bulamadı. İşte burada yardım ve dostluk Hakk olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı hayrlı olan da akıbet olarak hayrlı olan da O’dur.” (Kehf; 32-44)
Hızlı bir analiz yapalım: Bu iki kişi bir putun başında değil, normal işleriyle meşguller. Bunu fark etmezsek âyeti kendimize, günümüze taşıyamayız. Ayetteki olay bizim günlük yaşantımız! Diyor ki; servetçe senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da güçlüyüm. İnsan sayısı geçmişte çok önemli bir özellikti. O zaman şimdiki gibi güvenlik birimleri ve kurumlar yoktu. Kişiyi koruyacak olan kendi askerleri oğullarıydı. Bu yüzden insan sayısı bugünkü para pul gibi bir güçtü. “Ben servetçe daha zenginim, insan sayısı bakımından da senden güçlüyüm” diyerek bir kıyas yapan kişi karşısındakini küçümsüyor. Bu bir Mütekebbir Bakış’tır. Bu yüzden, “böyle dediği için nefsine zulmederek bağına girdi” diyor. Nefse zulüm için çarpıcı bir mânâ verelim: Nefse zulmetmek Allah’ı inkâr etmektir. Onun bu cümlesi için ayet diyor ki; Allah’ı inkâr ederek bağına girdi. Mütekebbir bakışla kıyas yapmaya devam ediyor: Kıyametin kopacağını sanmıyorum. Diyelim koptu, buradaki şanslı hâlim devam eder. Kıyamet diye bir şey varsa o gün de her şeyin en iyisi yine benim olur. Bu söylediklerine arkadaşı nasıl cevap veriyor? Unutmayın, konuşurken bir putun başında değiller, normal yaşantıdalar. Yanındaki ona diyor ki; “seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, sonra seni adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin?” Bir arkadaşınız size öyle dese ona “Allah’ı inkâr ediyorsun” der misiniz? Ama âyetteki kişi diyor. O mânâya geliyor çünkü. O günkü putlar perdemiz olmasın. Ayetlerdeki misalleri hep o putlarla ilişkilendirirseniz putunuzu bulamazsınız. Başkasının putuna bakar, kendi putunuzu bulamazsınız. “Seni topraktan sonra nutfeden yaratan, sonra seni bir adam biçimine sokan Allah” ifadesi aslında büyük bir ilim ortaya koyuyor, günümüzde bile bilim henüz oralara gelmedi. Bunu söyleyen, Allah’ın verdiği ilimle bir sıralama yapıyor: Topraktan, sonra nutfeden, spermden yaratan diye başlayıp, topraktan yaratılışa kadar uzanan süreci sayıyor. Bu sıralama yaratılışa ait tarihsel bakış da içerir: Topraktan, sonra nutfeden yaratan, sonra adam kılığına sokan yani sana Kendi Hissi’nden verip o haline “BEN” dedirten Allah’ı inkâr mı ettin? Bağına girerken nefse zulüm eden o cümleleri söyleyeceğine ‘Maşaallah, Lâ kuvvete illa Billah’ deseydin. Önerisi bu! Yani dûniHİ algıda olmasaydın; kendini Allah’ın dışında sanmadan, verenin Allah olduğunu, veilenlerin Allah’ın izniyle, Allah’ın emriyle olduğunu bilseydin. “O’nun dışı var” zannına, dışında müstakilen var zannedilen güç ve kuvvetlere “Lâ ilâhe” deseydin; Allah’a dönüp “İllallah, İlla Billâh” deseydin. Bize verilen dersi görün lütfen.
Her şeyini kaybettikten sonra kişi, “keşke Rabbime ortak koşmamış olsaydım” diyor. Aslında bu önemli bir itiraf! Günümüzde bunu diyecek azdır. Mesela iflas eden birisi böyle mi diyor? “Şuna para vermeseydim, şuraya yatırsaydım” diyerek işi yine dûniHİ analizle çözüyor. Oysa âyetteki kişi iflas etmesinin sebebini gördü. Eğer kişi tövbe etmiş de halini düzeltmişse o başka ama yaşadığı bu son pişmanlıkla ölmüşse firavun gibi kaybeder. Firavun da ölürken “Musa’nın Rabbine inandım” dedi ama iş işten geçmişti. İnanmak şart ama yeterli şart değil. İnandıktan sonra amel lazım! Kurtaracak şey Billâhi imanla yapılan ameldir. Günümüzde tasavvuf adına ameli yani Efendimiz (SAV)’in şeriatını önemsemeyenler var. Tasavvufu öyle anlatanlar çok, sakın tuzağa düşmeyin. Billâhi idrakıyla inanmak sizi doğru yola sokar ama doğru yolda amelle ilerlenir, araba amelle gider. Eğer inanmak kurtarsaydı firavun kurtulurdu: “Musa’nın anlattığı Rabbe teslim oldum, O’na müslimlerdenim” dedi ama bu imana ait bir amel yapamadı, kurtulamadı! Kurtulamaz! İman ve sâlih amel beraberdir, ayrılmazlar.
Kişi “Keşke Rabbime ortak koşmasaydım” cümlesini bir putla ilgili söylemediğine göre neyi ortak koştu? Allah dışında bir güç varmış sanışını yani dûnillah idrakını ortak koştu. Başına gelenlerden sonra dûnillah (algısı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiği) bir güç çıkmadı ve böyle bir gücü kendisinde de bulamadı. Dûnillah’ın mânâsını böyle açıklamazsanız âyeti anlamak mümkün olmaz. Meâllerde “Kendisine Allah’tan başka yardım edecek çıkmadı” diye yazılıyor. Bu durumda, bir kere Allah’ı çokluk âlemine indirmiş oluruz, “Amcasından başka yardım eden çıkmadı” der gibi bir mânâ oluşur, hatta Allah’ın yardım ettiği anlaşılır. “Allah’tan başka yardım eden çıkmadı” cümlesi “Allah yardım etti” mânâsına da gelebilir ki yanlıştır. Mesela, âyetler bize “dûniHİ veliler edinmeyin” diyor. “DûniHİ bir veli bulamadı” yerine “Allah’tan başka veli/dost bulamadı” derseniz, “ona Allah dost oldu” anlamı da çıkar. “DûniHİ veli bulamadı” demek, “Müstakilen var ve muhtar zannettiği gücü bulamadı” demektir. Var zannediyordu ama kayboldu, silindi: Çünkü “Hakk geldi, bâtıl silindi. Muhakkak ki, bâtıl silinmeye çok mahkûmdur.”
Kehf Suresi 32-44. âyetleri ders yaptık: Kıyas, küçümseme, mütekebbir bakış, nefse zulüm, dûniHİ güç ilanı, kıyameti inkâr, ahirete imansızlık, yaratılış süreci, dûniHİ algıyı ret ve Billâhi mânâsına sığınış, Allah’a asıl ortak koşulan şeyin itirafı, bu itirafın peşine dûniHİ algının bir yanılgı olduğunun yaşanarak öğrenilmesi ve dûnillah’ın karşısına Hakk’ın yani Billâhinin çıkışını gördük. Ayetler bize tekrar hatırlattı: Yardım ve dostluk Hakk olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı hayrlı olan da âkıbet olarak hayrlı olan da O’dur. Bir başka örneği yarın Kasas Sûresi’nden vereceğiz.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER