Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“BEN” DEYİŞ, ALLAH’IN SANA EMANETİDİR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 22 Mayıs 2017 Pazartesi 13:12:40
 

– 106-
Biz Nisâ-78 ve 79 ayetlerini çok ele alıyoruz. Neden? Çünkü bu iki âyet çok az anlaşılmış! Anlayacağız derken mânâları bozulmuş! Maalesef. Hatırlamış olalım diye bu ayetlere bakacağız ama ilgilenenler notlarımıza, söyleşilerimize ve kitapçıklarımıza bakarlarsa çok faydası olur.
Ayetler birbirini tamamlıyor
Nisâ-78: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Burûc-u müşeyyede’de; (sağlam, yüksek burçlarda) olsanız bile. Eğer onlara bir hasene isâbet etse “Bu Allah indindendir” derler; şâyet onlara bir seyyie isabet etse “Bu senin indindendir” derler. De ki; “Küllün min idnillah (hepsi Allah indindendir).” Şu kavme ne oluyor ki neredeyse bir söz anlamıyorlar.”
Bu ayetteki üslup ulûhiyet dilidir, “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddialarını siler atar. “İnd” demek “Allah’tan başka müstakilen var ve muhtar ilan etme” demektir. Siz “Bu senin indindendir” diyerek birbirinize müstakillik veriyorsunuz. Hayır, hepsi Allah indindendir. Ancak Allah Müstakilen VAR ve Muhtar olarak hüküm verir. Nisa-78 böyle: Kader, yani hüküm “Müstakilen VAR ve Muhtar” olarak Allah’a aittir. Sonra hayat yani kesret başlıyor ve bu idrakın peşine Nisa-79 geliyor:
“Haseneden sana ne isâbet ederse Allah’tandır. Seyyieden sana ne isâbet ederse nefsindendir: Seni insanlara rasûl olarak irsal ettik, şâhit olarak Allah (Billâhi anlamda) kafidir.”
Hasene ve seyyieyi hatırlayalım. Hasene güzel, iyi demek değildi, seyyie de kötü demek değildi. Âyet öyle sanılırsa anlaşılmaz. İyilik, kötülük insanlara göre değişir. Hasene, Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhidi’ne uygun fikir ve fiillerdir. Seyyie, Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhidi’ne uygun olmayan fikir ve fiillerdir. Kur’ân’daki hasene ve seyyie böyledir.
Şûrâ-30: “Musibetten size ne isâbet ederse ellerinizin kazandıkları dolayısıyladır. (O Allah) birçoğunu da affediyor.”
Detaya girmeden Hadîd Suresi 22-23. âyetleri de görelim. Genellikle ikisi birlikte ele alınır ama Hadîd-24 olmadan ikisi zor anlaşılır. Öyleyse biz üçüne birlikte bakalım:
“Arzda ve nefslerinizde isâbet eden hiçbir musîbet yoktur ki biz onu yaratmazdan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Muhakkak ki bu Allah üzerine çok kolaydır.” (Hadîd-22)
“(Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadîd-23)
“Onlar (Hadîd-23’tekiler, yani övünenler, böbürlenenler) cimrilik yapan ve insanlara cimrilikle emreden kimselerdir. Kim Allah’tan yüz çevirirse muhakkak ki Allah Ganiyyül Hamid’dir.” (Hadîd-24)
Asıl CİMRİ; kendi adına “BEN” deyip
“BEN”i sahibine vermeyendir
Bu âyetleri ana fikir yapan bir kitapçık oluştursak ne olur biliyor musunuz? İnsanın ameli gevşer, bir imtihan yokmuş gibi yaşamaya başlar, hatta kendisini robotmuş gibi görür, “Acaba biz robot muyuz?” demeye başlar. Değil. Bu yüzden bir uyarı yapmak zorunda kalmıştık: Tercihle yani dilemeyle ilgili âyetler ve bu ayetler çarpıştırılmadan çakıştırılarak bir mânâ haline getirilmelidir.
Hadîd-24 önemli bir ipucu taşıyor; yanlış yapanları cimrilikle suçluyor. Önceki âyetlerde para, mal konusu geçmediği halde onları cimrilikle itham ediyor, cimrilikten bahsediyor. Fark edin lütfen! Eğer Kur’ân’ın anlatmaya çalıştığı cimriliği doğrudan parayla, pulla, malla ilişkilendirirseniz yanlış olur, noksan olur. Ayet bize “o övünenler cimridir” diyor. Soruyorum, kim övünür? Bol para harcayan mı, cimrilik eden mi? Bir cimri “ben kimseye para vermiyorum, hayr yapmıyorum” diye övünür mü? Bizim tarifimize uymadı. Bizim bildiğimiz yaşantıda bol para veren övünür, çok para verdim diye. Âyette ise cimri övünüyor! Niye? Öyleyse bu cimri farklı! Kim o? Para vermeyen mi? Hadîd 22 ve 23’te para pul geçmiyor! Ama Hadid 22 ve 23’e uymayanlar cimrilikle suçlandı? Neden?
Kur’ân’daki cimri “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiasını sahibine vermeyendir, o iddiayı sıkı sıkı tutandır. Malını verir, mülkünü verir ama onu vermez. Bir sahabenin şehâdet hikâyesi vardır. Şehit olmuştur ama Efendimiz (SAV) henüz onun şehâdetini ilan etmez. Görünüşte şehid. Ancak “Müstakilen VAR ve Muhtar” duygusunu o şehâdet yolunda verdikten sonra Efendimiz (SAV) onun şehitliğini ilan etmiştir, “Şimdi oldu” demiştir. Cimri “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiasını tutandır, kendi adına “BEN” deyip “BEN”i sahibine vermeyendir.
Bıkmayın, beyniniz İslâm konuşurken yorulsun, İslâm’la meşgul olurken açılsın
Âyet diyor ki: İstediğin kadar cimri ol, cirmin kadar yer yakarsın. Çünkü Allah Ganiyyül Hamiyd’dir; Allah senin bildiğin esmaların özellikleriyle sınırlanamaz, O Sübhânallah olarak Gani, Gani, Gani’dir… Hükmünde de Müstakilen VAR ve Muhtardır. Hamid’in esas mânâsı işte budur. Hamid: “Müstakilen VAR ve Muhtar” olarak kendisini kendisi bilir. Sen “Müstakilen VAR ve Muhtar” değilsin, Allah’ı bilemezsin. “Hamid” kendisini kendisi bilir ve takdir eder.
Bu konuları bıkmadan usanmadan, heyecanla, gayretle, muhabbetle, önemseyerek takip etmek ahiretimiz için de çok önemli! Bu konularla öyle uzun süre meşgul olun ki hatta beyniniz İslâm konuşurken yorulsun, İslâm’la meşgul olurken açılsın. Bunun için süre önemli, süre lazım… Bir pilotun pilotluk derecesini öğrenmek için “Kaç saat uçtun?” diyorlar. Bu yolda olan için de “kaç saat Allah düşündün?” önemli. Esas zikrullah Allah’ı düşünmektir, O’nu hayal etmektir. Fiziksel değil, Billâhi anlamda. Yani dışı olmadığını, senin de O’nun dışında olmadığını hayal etmek, bilmek zikrullahtır. Kur’ân bize Allah’ı hatırlayın, hayal edin, tefekkür edin diyor. Elbette Zatı için o muhal. Allah’ı hayal etmek, öncelikle Allah’ın dışı fikrinden kurtulmaktır. Ona “Lâ ilahe illallah tefekkürü” deniyor. “Aşağıların Aşağısı” yazılarımız ve kitapçığımız bunun yollarını maddeler halinde veriyor.
Namazda göz kapanmaz. İlla Allah olduğuna
gözün açıkken şâhit olacaksın
Bir parantez açıp devam edelim: İslam’da şehâdet vardır, bu yüzden namazda gözünü kapatman yasaktır. Esas Sübhânallah’ı namazda yaşayacaksın, gözün açık kalacak. Gözümü kapatınca iyi konsantre oluyorum diyemezsin. Çünkü kapatınca “Müstakilen VAR ve Muhtar” olursun. Gördüğün bu kesretin müstakil olmadığına, İlla Allah olduğuna gözün açıkken şâhit olacaksın. Gözü kapalı tefekkür belki başlangıçta olur ama gözleri kapatmak uzak doğu yöntemidir. Onların meditasyon gözlükleri, kulaklıkları vardır. Unutmak, uzaklaşmak için kapatırlar. Sen “Eşhedü en lâ ilahe illallah; kesinlikle şâhidim” diyorsun. Gözün açık olmadan şâhit olamazsın. Tekâsür Sûresi’ni konuştuk, o sure bize göz açıkken şâhit olmayı anlatır.
İnsanın Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisi var mı? Var. Bir âyet var, yalnız orada geçiyor. O ayet MTG yetkisinin bir yaptırım gücü olduğunu ve onun uygulanabilen güç alanını anlatıyor. O bir güç alanıdır. O güç alanında sen tasarruf sahibisin. “Güç alanım” demek “tasarruf alanım” demektir. O âyeti görelim:
Hadîd-7: “Âmînû Billâhi ve Rasûlihi (Billâhi anlamda Allah’a îman edin ve O’nun Rasûlüne uyun). Hakkında sizi halife olarak tasarruf sahibi kıldığı şeylerden infak edin. Sizden bu şekilde îman eden ve infak eden kimseler için ecr-u kebiyr vardır.”
İnfak maldan mülkten değil, “BEN”den olmalı
Kur’ân’da sadece bu âyette geçen bir tanım var, lütfen fark edelim. Bu ayette ilk şart Âmînû Billâhi ve Rasûlihi halinde olmak. Siz de “Âmentü Billâhi ve Rasûlihi” dediniz: “Müstakilen VAR ve Muhtar yalnızca Allah’tır, başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR. Allah’a îmanımı bu şekilde deklare ettim. Bu îmanı açıklayan ve nasıl yaşanacağını öğreten Rasülune de îman ettim” dediniz. Şimdi âyetteki ikinci şarta dikkat buyurun: “Hakkında sizi halife, vekil, yetkili olarak tasarruf sahibi kıldığı şeyden infak edin.” Allah’ın bizi tasarruf sahibi kıldığı şey nedir? Bilelim ki ondan infak edelim. O mal mülk değil. Öyle olsaydı fakir olan, malı mülkü olmayan hiç infak edemez ve ecr-u kebiyr alamaz, değil mi? Verecek hiçbir şeyi yok, üstelik muhtaç. Söylenen bu değil. İlerleyen âyetlerde göreceğiz, sizi tasarruf sahibi kıldığı şey “BEN” demenizdir. Allah adına “BEN” demeniz isteniyor: “İşte oradan infak edin, onun müstakilliğini ilan etmeyin, onu infak edin. Biz sizi dünyaya yani Esfele Safiliyn idraka gönderince kendinizi müstakilen var sandınız. Müstakil zannettiğiniz halinize de “BEN” dediniz. O hazır bulduğunuzu sahibine verin” diyor. Eğer böyle yaparsanız size ecr-u kebiyr vardır.
Allah’ın hakkını ver, hak yeme,
haddi aşma, âsi olma
Bu âyet Tebük Seferi’yle ilgili olarak inmiştir; bu sefer için büyük mali fedakârlıklar yapan Hz. Osman radıyallahu anh’ı işaret etmektedir. İniş sebebi odur. Ama siz onu sadece o sebebe bağlar da ayeti siyer tarihine gömerseniz Kur’ân’ı her anın kelamı yapmazsınız. O iniş (senaryo) sebebidir. Bir de bizim ders yapacağımız sebep var! Onu az önce söyledik. Daha net anlamak için yapacağımız şu açıklamalarla burayı tamamlayalım.
Ayette buyruldu ki: “Hakkında sizi halife olarak tasarruf sahibi kıldığı şeylerden infak edin.” Hakkında dediğine göre, alanı, sınırı, amacı belli, tespit edilmiş bir konu var. Öyle bir konuda seni halife kıldı ki alanı, sınırı, amacı belli. Sizi halife olarak (Allah adına hareket etmekle yetkili olarak) o alanı, sınırı belli yerde tasarruf sahibi kıldı. Peki, tasarruf nedir, tasarruf sahibi olmak nedir? Nasıl davranacağın tanımlanmış şartlarla tercih yapabildiğin statünün adı tasarruftur. Tasarrufun tarifi budur, bu tarife göre “Kişi şu konuda tasarruf sahibi” denir. Kulun nasıl davranacağı belirlenmiş, tanımlanmış şartlarda tercih yapabileceği bir alan var, işte sen buradan infak et. Bu neyse, nelerse onu Allah için ver. Allah’ın hakkını ver, hak yeme, haddi aşma, âsi olma. Yoksa zâlimlerden olursun, hüsrâna uğrarsın. Âyetten anladığımız budur. Bu âyetin başka âyetlere geçmemizi sağlayacak bir uyarısı var, o uyarıyı yaparak bitirelim inşâAllah.
Hakkında sizi halife olarak tasarruf sahibi kıldığı şey, Muhtariyeti Tercih Yetkisi ile “BEN” demenizdir. “Bunu infak edin” denmesi bize çok önemli birşey öğretir: Bu emanettir. Sahibi diyor ki, sana verdiğim emaneti ver. Kime? Sahibine. Buradan sonra göreceğimiz âyetlere geçişi sağlamak üzere Allah bize diyor ki: Ben Ben’im! Ancak ben “BEN” derim, Mütekebbir olan benim. Müstakilen VAR ve Muhtar olarak “BEN” diyen benim. İşte ben, bu Müstakilen VAR ve Muhtar olarak “BEN” dememden size “BEN” deme yetkisi verdim. Bunda haddi aşmayın, bunda zâlim olmayın, bunu başka amaçla kullanmayın. Ancak benim adıma “BEN” diyebilirsiniz. Bu “BEN” deyiş sana emanettir.
Emanet denince anlaşılması gereken budur, Allah’ın emaneti budur. Vücudumuz, karaciğerimiz ve diğerleri değil. Ne ilgisi var? Onlar sonra geliyor. Asıl “BEN” deyişin sana Allah’ın emanetidir. Kişi “Ben emaneti önemsiyorum, ona çok iyi bakıyorum” deyip kalbine, karaciğerine, beynine titizleniyor ama kendi adına “BEN” diyor. Böyle yapıyorsan küfürdesin.
Allah sana “BEN” demeyi emanet etti. İşte onu sahibine ver, onu infak et diyor. O sende emanet.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti