Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“BİLLAHİ” HAKİKATİYLE YAŞAMA GAYRETİNDE OLANLAR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 1 Kasım 2017 Çarşamba 13:19:00
 

– 15 –
Asi yapıdan kurtulmayı hedefleyenlerin, yanlışlarını fark etmeleri ve rahatsızlık duymaları devam eder. Bu hali dedikodu örneği üzerinden tefekkür etmeye devam ediyoruz.
“Tanrılık”ta önemli bir kırılma noktası!
Kişi dedikodu tarifini şu sınıra getirmişti: Duyduğunda kızacaksa o konuda konuşmayacağım. Dedikodu tarifini yenileyen bu kişiye bir konuda “niye dedikodu yapıyorsun?” deseniz, “dedikodu yapmıyorum ki, o bunu duysa kızmaz, memnun bile olur” diyor. Dedikodu idrakı bu noktaya gelmiş, yani yeni dedikodu sınırı bu: “Duysa kızmaz” dediği yeni bir sınır. Hakkındaki cümleyi kişi duyduğunda kızıyorsa o dedikodudur. Bu kişi gayret eder ve bu tarifine uygun yaşamayı başarırsa, onda tanrılığıyla ilgili yeni bir rahatsızlık oluşur ve ona yeni bir nefs-i levvame süreci başlar, dedikodu tarifi değişir: Duyduğunda memnun olacak olsa bile birisi hakkında konuşmayacağım der. Tarifi yeniledi. Söylediği şey gerçek ve kişi duysa memnun bile olacak, ama o yine de onun hakkında konuşmuyor. Bu tarife ulaşmak önemli bir noktadır. Bu tarifi yapmakla kişi tanrılığından çok önemli bir dereceyi daha düşürür. “Memnun olsa bile hakkında konuşmamak” çok önemli bir noktadır. Belki seni takdir edecek, “iyi ki söyledin” diyecek ama sen konuşmuyorsun. Bu hal tanrılıkta iyi bir derecedir, tanrı için tenzili rütbedir ve önemli bir KIRILMA NOKTASI’dır. Bu noktaya gelindiğinde hayat susar, sessizleşir… Ne söylesin ki, ne konuşsun ki? “Aslı yok söyleme, kızıyor söyleme, kızmıyor söyleme. Peki, seninle ne konuşacağız arkadaş?” derler. Burası böyle önemli bir kırılma noktasıdır. Kişi işte bu noktada esas dedikodu ile tanışılır.  Bu noktaya gelmiş birisini bir serviste, bir doktoru muayene halinde, bir mühendisi proje çizerken görebilirsiniz; sessizdir, işiyle meşguldür. Onu uzaktan gördüğünüzde “ne kadar işiyle, projesiyle meşgul, kimsenin hakkında konuşmuyor” dersiniz. Siz öyle tarif edersiniz, ama hayır. Girdiği süreçte, o sessizlik içerisinde, şimdi o ESAS DEDİKODU’yla yani zihnindeki, beynindeki dedikoduyla tanışır. Çorbasını yaparken zihninde bir dedikodu, yeri süpürürken, camı silerken bir dedikodu, projesini çizerken dedikodu, düşünürken dedikodu… Esas dedikodu! Servisine binmiş camdan dışarıyı seyrederek sessiz işine gidiyor, ama zihni dönüyor: Şu şunu dedi, bu bunu. O bana bunu yapmasaydı şöyle olmazdı… Hala tanrılık var, ama dilden çıkıp beyne gelmiş. O şimdi ZİHNİNDEKİ TANRI’yla, beynindeki tanrıyla karşılaşır ve zihnindeki o tanrıyla yani zihnindeki dedikoduyla mücadele etmeye başlar… Onu da hallederse? O zaman o zihinden insan çıkar. ZİHİNDEN İNSAN ÇIKAR’sa ne olur? “Billahi hayat başlar. Ne diyor Rabbim: “Aynı yerde ikimiz olmayız; bir kalbte hem insan hem Ben olmaz.”
Kişinin zihnindeki tanrı
Zihninden insanı çıkardığın zaman “B” hakikati ile yaşayan olursun. Artık “B” hayatı başladı, çünkü zihninden insan çıktı. Tanrı olarak ilan ettiğin, dedikoduya ait ne kadar rütbe varsa hepsini düşürdün. Böylece senin zihninden hem kendi tanrılığın, hem o tanrının didiklediği, düşündüğü ve yargıladığı başkaları çıktı. Artık senin zihninde insan yok. Çünkü “güç bende, ben de yargılarım” düşüncesi kalmadı. “Beni takdir etmesi lazım” bakışı kalmadığı için zihinde insan yok. Didikleyen, merak eden “ne yapmış, niye yapmış, nasıl yapmış” deyip fesatla, kıskançlıkla bakan, isteyen veya istemeyen bakışlarla irdeleyen o “A” yapıyı yok ettin. O yapı insanı didikliyordu. Ama onun didiklediği insan aslında “B” hakikatiyle yaşayan ve tüm fiilleri Allah’ın emri olan bir kul değil mi? O zaman siz ona nasıl tanrı demezsiniz? Allah bir varlık yaratmış, ona bir program yüklemiş ve siz onu didikliyorsunuz. Tam bir tanrı! Allah’ın yarattığı varlığı didikliyor; “neden yaptı, nasıl öyle yapar, o nasıl zengin olur, nasıl öyle giyer, niye oraya gider?” deyip, didikleyip duruyor. Kişileri, olayları beğenerek-beğenmeyerek didikleyen bir tanrı var. Bu noktada kişi zihnindeki o tanrıyla karşılaşır.
Döndüğü her yanda Vechullah’ı görebilmek
Eğer o tanrıdan da kurtulmayı başarırsa SEYR’i öğrenir; seyreder. Korktu, artık karışmıyor. O artık Allah’ın işine karışmayan tanrıdır, bu noktada seyir maalesef böyledir: Allah’ın işine karışılmaz. O bu hali için “ben artık seyrediyorum” der. Aslında seyir bu değildir. Eğer kişi yorum yapmamayı başarırsa seyri o zaman öğrenir. Bu “Allah’ın işine karışmıyorum” diyor ama aslında karışıyor, sessiz yorumlar yapıyor. Henüz sesli karışmıyor. Hatta bu aşamada olanlar, insandan çok Allah’ın işlerine yorum yaparlar: “Şöyle olsaydı nasıl olurdu, böyle yapsaydı, şöyle yaratsaydı nasıl olurdu acaba?” gibi düşünürler… Menkıbelerde anlatılır. Bir zat görevini devredecek, talebelerine soruyor; “Söyleyin bakalım, bu dünyayı siz yaratsaydınız nasıl yaratırdınız? Cevap veriyorlar; “ben olsaydım bütün insanları şöyle, dünyayı böyle yaratırdım” diye düşüncelerini söylüyorlar. Herkes bir şey söylüyor, ama bir tanesinin bu sorudan ödü kopuyor, “ne haddime” diyor: “Allah yaratılabilecek en güzel halle yaratmıştır. Takdir O’nun, biz O’nu anlayamaz, kavrayamayız, işi hakkında yorum ne haddime.” Tamam, evladım diyor, vazife senin. Diğerleri yorum yapıyor, farkında değiller ama onlara göre demek ki Allah yanlış yaratmış. Bu tip temennilere vaazlarda ve hutbelerde de rastlıyoruz: Bütün insanlar inansa, şöyle yapsalar ne iyi olur… Demek şimdiki yanlış! “İnsanlar şöyle yapsalar” dediğine göre demek ki bu yanlış. Bu temenni ve yorumlar Allah’ı Hakkıyla tanıyamamaktan kaynaklanan bakış açılarıdır.
Zihinde insan yer almadığı zaman ne olur? O zaman kişi NE YANA DÖNERSE VECHULLAH’ı görür, Allah’ın Vechi’ni görmeye başlar. Didiklerken başka şeyler görüyordu oysa. Zihnindeki dedikodudan kurtulduğu için “ne yana dönerse Allah’ın vechini görmeye” başlar. Onun Vechullah’ı gördüğü hali şu örnekle açıklamaya çalışalım. Bir ucu duvara bağlı bir lastiği parmağıma geçirsem ve gersem. O lastik parmağımdan kurtulunca ne olur? Vınnn diye gider duvara yapışır; nokta olur. “İlim bir nokta idi” deyişindeki nokta odur. O noktayı ben cahilliğimle uzattım, artık üstünde bir sürü konu ve insan var. Kişi “A” halinden kurtulduğunda idrak hızla oraya yapışır, NOKTA olur; bir anda hakikatini bulur. Merak edilen kadir hali odur işte. Nokta olduğun o hal kadir halidir.
“Billahi” hakikatiyle yaşama gayretinde olan,
fikirlerle ve sistemle meşgul olur, insanlarla değil

Peki, zihinden insanı çıkarmak için ne yapmalıyız? Henüz hep tehlikelerden bahsettiğimiz için yöntemleri çok gündem yapmıyoruz, ama yöntemini göreceğiz. Prensip olarak yapılması gereken çeşitli şeyler var. Çok önemli birisi Zikrullah’tır. Bu süreç için de Zikrullah çok önemlidir. Zihinden insanı çıkarmak için merakı Allah’a yöneltmek şarttır. Merakı insandan çekip Allah’a yöneltmek, Allah’ı düşünmeyi, O’nu unutmamayı hayat tarzı haline getirmek zikrullahtır ve bu iş için çok önemlidir. Bu yüzden Ehlullah günahı bir cümleyle tarif eder: “Bana Allah’ı unutturan her şey GÜNAH’tır.” Günahı böyle tarif ederler: Ne bana Allah’ı unutturuyorsa o günahtır. Ehlullah’ın günah tarifi budur: Beni tanrılık ilanına ne götürüyorsa günah odur. ALLAH’I UNUTMAK yani günah budur: Benim kendimi tanrı ilan etmeme yol açanın adı ne olursa olsun günahtır.
Bunlardan birisi müziktir. MÜZİK insanı “B” hakikatine de götürebilir, “A”ya da yapıştırabilir. Müzikle “B” hakikatine de gidebilirsiniz, gayet iyi tanrı da olabilirsiniz. Müzik bu konuda çok kuvvetli bir enstrümandır. Ehlullah’ın bakışıyla bakarsanız, eğer müzik size Allah’ı unutturuyorsa günahtır. Bazıları müziği yalnız Allah’ı değil her şeyi unutmak için dinler. “Dertlerimi, her şeyi unutup dünyadan sıyrılayım” diye müzikle meşgul olur. O istirahata çekilmiş tanrıdır. Görevlerini görmek istemiyor, “şu an tebaam dâhil kimseyi görmek istemiyorum” diyor. İstirahata çekildi, müzik dinleyerek unutmaya çalışıyor. Ölçün bu olursa, yani “bana Allah’ı unutturan her şeye günahtır” dersen kendine listelerde yazılı olmayan birçok günah ve sevap geliştirebilirsin…
Zulme uğrayan bir kişinin “Allahım, şu zalimden ve zulmünden beni kurtarıver” diye dua etmesi Allah hakkında dedikodu olur mu? Çünkü zalimin zulmü de Allah’ın dilemesi denilebilir. Hayır, dedikodu olmaz, Allah’tan bunu isteyebiliriz. Ama onu isterken o zalimin varlık sebeplerini, var olma hakikatlerini, onun o halinin sana ne tür faydaları olacağını, zulmeden o yapıyla mücadele edersen ne kazanacağını da unutmamalısın. Ama zalimle mücadele ederken elbette Allah’tan yardım istenebilir. Diyelim ki bir imtihanın var, çalıştın da. Girerken Allah’tan yardım istemez misin? Onun gibi. Seni zulmette tutanlarla, yani zalimlerle mücadele ediyorken de Allah’tan yardım istersin. Bu bir dua, bir yardım talebidir, dedikodu ve yorum değildir. Fakat şunu unutmayın: “Billahi” hakikatiyle yaşama gayretinde olan, fikirlerle ve sistemle meşgul olur, insanlarla değil. “B” hayatına talip kişi insanla uğraşmaz, zihninden insanı bu yüzden çıkarmaya çalışıyor…
Fark eden görür ki dünyada tamamen tanrısal yapımıza yönelik bir düzen var. Uluslararası pek çok organizasyonun, çalışma ortamlarının tamamı kişinin tanrısallığına yöneliktir. Bu koşullarda kişi böyle bir spor organizasyonunda veya bir başka yerde görev almak zorunda kalmış olabilir. Şu çok önemli; eğer tanrılıktan kurtulma gayreti ve telaşındaysan, içinde olmakla onların bir parçası olmazsın. Soyutlanarak bu işi başarmanız zaten mümkün değil. Onların arasında başarabiliriz. Onlara rağmen, onlarla başarabiliriz, hayat böyle. Çünkü bu hayat tanrılık ilanı üstüne bina olmuş. Cazibe alanları, takdir edişler hep tanrılık üzerine. Ayet ve hadislerden görüyoruz, cennete gidecek olanların yüzdesi çok düşük. Yani siz öyle bir şeye talipsiniz ki, talib olduğunuz şeyin pazarı yok…

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-15-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti