Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 58

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 28 Ağustos 2018 Salı 13:27:17
 

HİSSEDİŞİMİZ ALLAH’INDIR, ALLAH’TANDIR
Bizim şu anki bazı hislerimiz ikincil hisler, onlara sebep olan bir ana his var. Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ana histir. Bu ana hissin aslında cinsiyeti yoktur. Allah’ın hissetmesi (ana his) eğer bir erkek fetüse gelmişse kendini erkek hisseder, bir dişi fetüse gelmişse kendini orada dişi hisseder. İşte bu ikincil histir. Ama ana his, asıl his Allah’ındır, onun cinsiyeti yoktur ve bizim esas “BEN” dediğimiz odur, “BEN” ona deriz. Sonra biz o ana hissi unutur, aynada gördüğümüze “BEN” demeye başlarız. Bizim ana histen olan payımız kayıtlı, sınırlıdır. Bu yüzden ona Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu dedik. Duygu insana aittir, biz çünkü onu hissediyoruz. Biz ana hissi bile hissediyoruz, hissedip “BEN” diyoruz. Allah’a o hissi bir veren olmadığı için O’na hissini hissediyor diyemeyiz. Ama bize verildiği için biz ana hissi hissediyoruz. “Kendini bil” emriyle birlikte o bize verildi, işte biz hissettiğimiz o hisse “BEN” diyoruz, (lütfen dikkat) sonra da onu müstakil ilan ediyoruz. Onu müstakil ilan etmekle Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun esası olan Allah’ın Kendini Hissetmesi’nin hakkını vermemiş oluyoruz. Bu halimizle hak yiyoruz. Allah’ın kendini hissetmesinden verdiği hisle müstakillik ilan ettik, ona “BEN” dedik, hak yemeye başladık. O his bizim değil ama “benim” dedik, “müstakil” dedik, “bana ait” dedik ve ona da “BEN” dedik, böylece hak yemeye başladık. Hak yemek budur! Allah’ın kendini hissetmesinden verdiği Kayıtlı Kendini Hissetme ile kul “hissedişim müstakil, müstakilen var ve muhtar olarak hissediyorum” diyerek Allah’a karşı isyan etti, Allah’ın hakkını teslim etmedi. Hissedişimiz Allah’tandır. Hissedişimizdeki ana his, o hissedişimiz Allah’tan olmasına rağmen, “benim kendimi hissetme sebebim müstakilen var ve muhtar olmamdandır, onun için hissediyorum” demek tam bir ilah tarifidir işte! Hissedişimiz Allah’ındır, Allah’tandır. Dönüşümüz de hissedişiniz de Allah’adır, O’nadır, yerinedir. Kişi bunu kabul etmemekle nankör olur, nankörlük yapmış olur. Dikkat edin, önce Allah’tan olan Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’yla müstakillik ilan edip Allah’ın Kendini Hissetmesi’nin hakkını yedi, hakkını vermedi, yani doğruyu teslim etmedi, doğruya teslim olmadı. Sonra da “benim kendimi hissedişim müstakilen var ve muhtar olmam yüzündendir” dedi. Bunu anlamak üzere bir benzetme yapalım ama bu konuda örnek olmaz, mânâyı alıp örneği atalım. Bir baba oğluna bir şeyler bıraktı, sonra oğul “bunları, hepsini ben kazandım” dedi. Bunu duyunca babası “ne nankör evlat” diyebilir. Çünkü vereni inkâr etti, o iddiasıyla nankörlük yaptı. Kur’ân’ın söylediği nankörlük budur. Kur’ân nankör ile sosyal yaşantıdaki ilişkileri söylemiyor, nankörlüğü günlük yaşantıda anladığımız mânâda kullanmıyor. Onu “birilerine nankörlük yapmayın” diye anlarsak Muhammedî olmayan da onu yerine getirebilir. Mafya üyeleri birbirlerine çok sadıktır, hiç nankör değildir, şimdi onlar Muhammedî mi? Birbirlerine sadık olmakla Kur’ân’ın “nankörlük yapmayın” emrini mi yerine getiriyorlar? Kur’ân’ın söylediği nankörlük, Allah’ın verdiği hissetmeyi Allah’tan ayrı ve müstakil ilan etmektir, “müstakilen var ve muhtar olarak hissediyorum” demektir. Böyle düşünmek nankörlük yapmak olduğu kadar hak yemektir de. Lütfen dikkat buyurun, hâlbuki işin bütün esasını kula ilk gelen bilmektedir. Ona ana histen (hiss-i küll’den) gelen ilk Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu bu işin esasını bilendir. Çünkü o Ahseni Takviym’dir. Ahseni Takviym hal, hakikati hakkıyla bilendir. Ama vücuda girdikten sonra Esfele Sâfiliyn olunca duygu ve düşünceleri değişmiş, o bilgi örtülmüştür. İlk gelen hal olan Ahseni Takviym bunları bilendir. İlk gelen o hissin cinsiyeti olmadığını söylemiştik, o ilk gelen his yemez içmez. Ama vücuda girince bu vücudun gereği olarak yeme, içme, açlık, susuzluk hissi duymaya başlar. Bu bedende yaşamaya başlamadan önce o yemez içmezdi, çünkü o Ehad’den, Samed’dendir. Vücuda girince kayıtlanır, onunla kısıtlanır. Kısıtlı olmayanı, o ilk geleni fark edin. Çünkü o bütün bu bilgileri, bütün doğruları bilir. Onun bu bilen statüsünün adı Kul Zat’tır, o bilen Halifetullah’ın Kul Zatı’dır. Kendisindeki Kul Zat’ı Allah’tan müstakil ilan eden, Allah’ın verdiği hissetmeyi Allah’tan ayrı ve müstakil ilan eden, “O benim hissetmem” diyen kişideki Kendinde Kendine Göre Var olan yaşantıyla oluşan bu (duniHİ, esfele safiliyn) idrak yüzünden o kişi nefsine zulmetmektedir. Zulüm, nefse zulüm anlaşıldı mı?
HAK KONUSUNA DİKKAT ETMEYENDE RAHMÂN İSMİ AÇILMAZ, RAHİYM HİÇ AÇILMAZ
Nefse zulüm öncelikle hak yemekle, hakkını vermemekle ilgilidir, hak vermeyen zalim olur. İnansın inanmasın, birisinin, bir şeyin hakkını yemek zulümdür. Hak hususunda îman gözetilmez. Îman Rahiym ismiyle ilgilidir, hak konusu Rahmân ismiyle ilgilidir. Hak konusuna dikkat etmeyende Rahmân ismi açılmaz, Rahiym hiç açılmaz. Hak gözetmek, hak yememek bu yüzden çok, çok önemlidir. Hak yiyene, hak vermeyene zalim denir, yaptığı işin ismi zulümdür. Dolayısıyla, bu işin esasını, yani hak yemenin ve nankör olmanın zulüm olduğunu ve böyle olunmaması gerektiğini bizde bilen vardır, o bize ilk gelen Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’dur. Kişinin o statüsü Kul Zat olarak tanımlanır veya o Nefs dediğimizdir, işin esasını o bilir. Biz ondan, Kendinde Kendine Göre Var olandan sıyrılıp, onu unutup da Birbirlerine Göre Var olanın yani tekasürün, gözümüzle gördüklerimizin tuzağına düşünce Kendinde Kendine Göre Var olan eliyle nefse zulmetmiş oluyoruz. Niye? Nefsin hakikatini bildiği doğruya, onun bildiği hakikate göre davranmadık, böylece hakkını vermedik. Nefs kendisinin müstakil olmadığını biliyor ama biz onun müstakilliğini ilan ettik. Böylece onun bildiği hakikate göre davranmayarak nankörlük yaptık. Bize o ilk gelen (Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu), kendisinin müstakil olmadığını ve ne olduğunu biliyor, ama biz ona müstakillik ilan ediyoruz, böylece ona zulmediyoruz. Bu zulüm ve hakkının yenilmesi onun ağırına gidiyor. Bu hali Efendimiz (SAV)’in bir hadisinden alıntıyla söylersek şudur: Böylece kişi nefsini kudret elinde tutan Allah’a asi olmuş oluyor.
NEFSİN HIYANETİNE YOL AÇAN NEDİR?
Efendimiz (SAV) bazı hadislerinde “nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki” der. O yemine dikkat edin, “nefsimi” diyor. Yani “bendeki Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nu, BEN diyerek oluşturduğum Kendimde Kendime Göre Var olan halimi” diyor. Neredendi o? Allah’tan. “Nefsimi kudret elinde tutan Allah” yemini şunu da vurguluyor; nefsimiz O’ndadır, O’nundur, O’nun yönetimindedir. Kaldığımız yere dönelim. Bu müstakillik iddiasıyla kişi nefsine asi olmuş oldu ve vasfı zâlim oldu. Kur’ân’ın zâlim dediği budur. Kur’ân’ın kime “fâsık” dediğini, kime “kâfir” dediğini, kime “zâlim” dediğini ve kime “âsi” dediğini anladık değil mi? Nefsin hakikatine yapılan bu hıyanet (ki Kur’ân’a göre hıyanet yalnızca budur) nefsin şerri tercih etmesi olduğundan, bu hale şerri tercih eden nefs mânâsında Nefsin Şerri denilmektedir. Nefs bir hıyanet yaptı, hakikatine ihanet etti; tuzağa düştü ve hakikatine hıyanet etti. Peki, bu hıyanete yol açan nedir, neden bu hıyanet oldu? Tercih yetkisi yüzünden! Nefs kendisine verilen tercih yetkisiyle şerri tercih etti. Ve tercih yetkisiyle şerri tercih eden mânâsına bir isimle anıldı, etiketi “Nefsin Şerri” oldu. Bütün bunlar hep fâsıkın özellikleri. Tehlike arttıkça onlar da artıyor. Elindeki tercih yetkisiyle Allah’ı tercih etmedi, hayr ve şer konusunda hayrı tercih etmedi. Hayr ne idi? Allah yolu! Ama o şerri yani Allah’a karşı olan yolu tercih etti. Bu tercihi Allah’ın verdiği yetkiyle yaptı, ona verdiği his, duygu ve BEN ile yaptı. Böylece o nefs kendine verilen tercih yetkisiyle Allah’a karşı olanı yani şerri tercih eden nefs oldu, Allah’ın verdiği tercih yetkisiyle Allah’a hücum eden oldu. Efendimiz (SAV)’in öğrettiği “Allahım beni nefsimin şerrinden koru” duası işte bu halden korunmak içindir. “Allahım beni koru da nefsim sana karşı işleri tercih etmesin, onun sana karşı işleri tercih etmesinden beni koruyuver, böylece o senin yolunu tercih etsin” duasıdır bu: Ve eızniy min şerri nefsiy.
MÜSTAKİLEN VARIM VE MUHTARIM”
 İDDİASINDA OLANLARIN ORTAKLIĞININ
(BU ŞİRKETİN) ADI TANRILAR ŞİRKETİDİR
“BEN”le ilgili paylaştıklarımızı şimdi nefsin şerrine monte edelim. Nefsin Şerri Allah adına “BEN” demez, kendi adına “BEN” der. Çünkü o kendi adına “BEN” demeyi seçti. Hâlbuki nefs o kula gelirken Allah adına “BEN” diyerek geldi. O Ahseni Takviym iken ilk “BEN” deyişi, ilk “BEN” hissi Allah adınadır. İşte o, Allah adına “BEN” derken Allah’a şahid oldu ve “Evet, Rabbimiz sensin, işittik ve şahit olduk” dedi. Bunu diyen o BEN’di, o biliyordu çünkü. Ve bu bilgi, bu şahitlik ona işlendi, dolayısıyla buraya o bilgiyle geldi. Fakat sonra onu unuttu, dikkate almadı ve tercihini Allah’a karşı kullandı, böylece “şer” oldu; Allah’a ve hayra karşı şerri tercih etti ve “ben müstakilen BEN derim, ben kendi adıma BEN derim, birisi adına BEN demem” dedi. Oysa biz Allah adına “BEN” deriz, çünkü BEN O’nundur, O’ndandır. O’nadır. Buna rağmen nefsin şerri “hayır, ben kendi adıma BEN derim” diyor. Böylece ne oldu bakın:
Kendine verilen yetkilerin gücüyle haddi aşan kul zat, bu vasfıyla bir hayat tarzı oluşturdu. Statüsü Kul Zat’tı ama verilen yetkilerle haddi aştı, müstakillik ilan etti, Kul Zat’a o etiketi yapıştırdı; Müstakil olarak “BEN” dedi. O kul bu haliyle, bu hayat tarzıyla tanrılar şirketinin ortağı oldu. Çünkü bunu diyen kişi ilahlığını ilan etmiş oldu. Önceki paylaşımlarımızda ayetlerden öğrendik, insanların çoğu böyle! Değil mi? O zaman ne oluyor? Böyle düşünenlerin her biri birer ilah, ilah, ilah, ilah ve bu ilahlar şirkteler, halleri bu! Şirk ortaklık demektir. Şirkin ortakları, yani tanrılık iddiasındakiler, o tanrı, bu tanrı, şu tanrı… ne kadar tanrı varsa (ne kadar müstakillik iddia eden varsa) hepsi birden tanrılar şirketini oluşturuyor. Firavun, “sizin rabbiniz benim, siz bana bağlı ortaklarsınız” diyerek, onların bu ortaklıklarını iptal edip kendine yönlendirmeye çalışan bir insandı. Günümüzde onların her biri birer müstakil tanrı, tek tek tanrılıklarını ilan etmişler, tek tek şirkteler, yani her biri birer ortak (müşrik). “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında olanların ortaklığının (bu şirketin) adı tanrılar şirketidir. Bu yüzden diyoruz ki müstakilen VAR ve muhtar ancak Allah’tır. Başka müstakilen VAR ve muhtar YOKtur. Hakikat bu! Onların şirketleri sahte, kendileri de sahte ilah. Çünkü ancak Allah ilahtır. O’nun “dışı” kavramı yoktur. Bu yüzden başka ilah olmaz, olamaz. Ama onlar halleri ve yaşantıları ile “Allah’ın dışında biz de varız” diyor. Demek ki sahteler. Kime karşı? Allah’a karşı! Onlar bu halleriyle Allah’a sahte ortaklar oldular. İşte bu vasıflarından dolayı isimleri müşriktir. Kur’ân “müşrikler” dediğinde bunları anlayacağız. Müşrik kendisini Allah’a ortak yapmış tanrılar şirketinin ortağının adıdır. Müşrik bu şirketin ortağıdır. Şirketin faaliyeti nedir? Lütfen dikkat edin, yine önemli bir derse geldik. Onun faaliyet raporu var, ona bakalım. Bu şirketin en önemli ve en prestijli faaliyeti ortakların birbirlerini didiklemeleridir. Mecbur! Tanrılığın özelliği bu! İlerleyen yazılarımızda paylaşacağız, Allah Kur’ân’da buyuruyor: ‘’Ey düşünmeyi seven kullarım, ey aklını kullanmak isteyenler. Eğer birden fazla İlah/Allah olsaydı kavga ederlerdi.’’ Anlıyoruz ki birden fazla ilah olursa kavga çıkıyor, kavganın sebebi budur. Kavga tanrı olmanın delilidir. Bunu anladıysa bir müslüman nasıl kavga edebilir? Mümkün değil kavga etmez. Kavga tanrılık yüzündendir, kendini tanrı ilan edene aittir. Şimdi anladık mı, neden tanrılar şirketinin en önemli ve en prestijli faaliyeti birbirlerini didiklemekmiş?
KENDİMİZİ, YİRMİ DÖRT SAATİMİZİ
 İZLEYECEĞİZ VE KORKACAĞIZ
Biz bir şehadet yaptık: “Kesinlikle şehadet ederim ki müstakilen var ve muhtar olan ancak Alllah’tır, başka müstakilen var ve muhtar yoktur dedik. Yaptığımız şehâdete rağmen eğer hayatımızda kavga gibi tanrılık göstergeleri varsa biz henüz o şirketin gizli ortaklarıyız demektir. Hem sahte hem de gizli ortak olmak ne kötü! Allah’ın lutfuyla kurtulanlardan oluruz inşaAllah. Hep diyoruz ki bu bir hayat tarzıdır, kendimizi, yirmi dört saatimizi izleyeceğiz ve korkacağız. Allah’ı düşünmek böyle olur: Korkacağız. Bu yüzden, dedikodu, gıybet gibi işler tamamen, doğrudan esas şirkle ilişkilendirilmiştir. Kur’ân’da “ölü kardeşinizin etini yer misiniz, tiksindiniz değil mi?’’ diye önemli bir benzetme yapılır. Benzetme bu: Birbirini yemek, hem de ölmüş birini! Tanrılar birbirlerini yerler onlar hep birbirini yerler. Öyleyse didiklemekten korkun. “Hiç mi bir şeyi eleştirmeyeceğiz?’’ diyenlere önerim, önce bir korkun. Önce korkun! Sonra? Sonra yine korkun, korkarak yaşayın. Söyleyeceğinizi de yapacağınızı da korkarak yapın.

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 58-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti