Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

FİKRİN KALBE YOLCULUĞU – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 11 Ağustos 2017 Cuma 12:17:33
 

-3-
“LÜB” nuru kalıbı yani insanın kalbini sarıp tesirine alınca fuad Hakk’a uygun analiz ve sentezler yaparak kalbi hükümdarlığa kavuşturacak bilgi ve görmeyi gerçekleştirir: Dikkat edin fuad daha önce de çalışıyor. Fuad yalnız Lüb’de, yani Lüb varken çalışıyor değil! Fuad daha önce de çalışıyordu ama analiz ve sentezden vehmin zulmeti doğrultusunda sonuçlar çıkarıyordu. Fuad’ın Hakk yolda sonuç çıkarabilmesi için ona “LÜB desteği” lazım, fuad ancak Lüb desteğiyle bunu ayırt edebilir. Böylece yeni oluşturulan bilgi ve görmeyi gerçekleştirir. Böylelikle bu organizasyonun hükümdarlığını “kalb” tekrar ele geçirmiş olur: Sonuçta, kalb beyni Hakk yolda yönetmeye başlar; “Rabbine yönelmiş olarak” yönetmeye başlar. Dedik ki, beyin KALB’in hizmetçisidir! Evet, beyin kalbın hizmetçisidir; beyin bu organizasyonun hizmetçisidir. Bu yüzden, eğer organizasyon nefsin şerrinin yönetimindeyse, beyin o doğrultuda fiiller ortaya koyar. Ama kalb ve fuad Lüb desteğiyle, Lüb nuruyla Hakk yolda analiz ve sentez yapıyorsa, buradan çıkan bilgilere göre davranacak olan beyin de Rabbine yönelmiş olarak çalışmaya başlar.
Kafa gözüyle gördüğün kadar düşünebilirken, kalb gözü düşünebildiği kadar görür
Lüb Nuru ile Fuad’da açılan hakikatî gerçekleri görme, hakikatle ilgili gerçekleri görme ise “Basiret” olarak adlandırılır. Konuyu bu noktada bize yine ayet açıklasın:
Hac Sûresi 46. Ayet: “Arzda hiç gezip seyretmediler mi ki, onlarla akledecekleri kalbleri ve işittiğini anlayacak kulakları olsun. Çünkü gözler âmâ olmaz, sadırların içindeki kalbler âmâ olur.” Kur’an’ın, “âmâ” derken, “göremiyor” derken kast ettiği şeyi de bu ayetle öğrenmiş oluyoruz; “gözler âmâ olmaz, sadırdaki kalb âmâ olur!”. Kalb nasıl âmâ olur? Kalb esası göremezse, esastan perdelenirse ona âmâ deriz! Bu yüzden, nefsin şerri sadr organizasyonunu yönetince kalb âmâdır. Ama fuad, Lüb ikramıyla, Lüb Nuru’nun desteğiyle “analiz sentez” yapıp buna uygun fikirler çıkarmayı başardığı zaman, bu fikirlere uygun görmenin başlaması sonucu artık kalb görmeye başlamıştır.
Kafa Gözü’yle hologramı görürsünüz, Kalb Gözü’yle hologramın hakikatini görürsünüz: İki görmenin farkı budur; kafa gözüyle hologramı görebilirsiniz, hologramın hakikatini ise kalb gözüyle görebilirsiniz. Kafa gözüyle gördüğün kadar düşünebilirken, kalb gözü düşünebildiği kadar görür. İşte iki görmenin farkı!
Şimdi söyleyeceğimiz şey “LÜB”ün önemli bir özelliği, hatta tek özelliği! Bir hadis var. Ancak bu hadisin kolay anlaşılabilmesi için açıklamasını önce yapalım:
“LÜB” nuru ile desteklenen FUAD “analiz ve sentez”lerinde özellikle İhlâs Sûresi’nin gerçeğinden sapmaz: Aklın İhlâs Sûresi’ni kavrayabilmesi ve onun gerçeğinden sapmaması Lüb’den aldığı nurla başarabileceği bir şeydir.
Fikir kalble tasdiklenirse fiil olur
LÜB nuru ile desteklenen fuad analiz ve sentezlerinde özellikle İhlâs Sûresi gerçeğinden sapmaz ve Allah Vahidül Ehadüs Samed’dir müşahadesi ve bilgisini kalbe gönderir: Demek ki Fuad’ın analizini yapıp tamamlaması yetmez. Fuad Hakk yolda kendine sunulan verilerle yani Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun kaydındaki verilerle [kaydının gereği olarak, kaydının ona sağladığı imkânlarla] dış çevredeki bilgilerden, yani Sünnetullah’tan yararlanır. Onlardan yararlanma özelliği de yine kendi kaydındandır; kendisindeki kayıt onlardan yararlanma imkânı sağlar. Bu yüzden Hac Sûresi 46. Ayet; “arzda hiç gezip seyretmediler mi?” diyor. Demek ki “gezip dolaşmak” ayetlerle öneriliyor ama Hakk’ı anlayabilmek için! Gezme dolaşma da bunun için!
Evet, “arzda hiç gezip seyretmediler mi ki onlarla akledecekleri kalbleri ve işittiklerini anlayacakları kulakları olsun. Çünkü gözler âmâ olmaz, sadırların içindeki kalbler âmâ olur” diyen Hac Sûresi 46. Ayeti görmüştük.
Böylece, fuad analiz ve sentezden elde ettiği müşahedeyi ve bilgiyi kalbe gönderir. Bilgi kalbe tespitlendikten sonra kullanılabilir olur: Bilgi kalbte/kalıpta tespitlendikten sonra, beyin o tespitin emrini alır ve ona uygun işler yapar. Fuad’ın analiz ve sentezinin sonucu tek başına fiile dönüşmeye yetmez, yani beyinde bir emre dönüşmeye yetmez. Çünkü o fikrin kalble de tasdiklenmesi lazım! Yani kul fuadın buldu��u sonucu kalbiyle tasdik etmesi lazım. Kalbiyle tasdik verdikten sonradır ki beyin ona yönelik işleve hazır olur, ona yönelik fiiller ortaya koyar.
Mesela bazı ameller duyarsınız ve fuadınız sizin için hızlıca bir analiz sentez yapar. Ancak, siz o amele kalben tasdik verirseniz beyin sizi o amele hazırlar ve böylece o iş size kolaylaşır inşaAllah. Kalben tasdik vermeniz demek, o bilginin kalbe girmesi ve tespitlenmesi demektir.
Kalb olumsuz bilgiye sahip
çıkmazsa sorumluluk yok

Bakara Sûresi 225. Ayet buyuruyor ki: “Bilmeyerek yaptığınız yeminlerden dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz, fakat kalbleriniz kazandıklarıyla sorumludur; Allah Ğafurun Haliym’dir”. Allah kalblerinizi kazandıklarıyla sorumlu tutar. Şu hadisle konuyu anlamak daha kolay olacaktır inşaAllah. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor; “Allah nefslerinin konuştuklarından ümmetimi sorumlu tutmayacaktır”. Bu ayeti ve bu hadisi birlikte düşündüğümüz zaman; sadr mekanizmasında üretilmiş ama kalbe girmemiş bilgilerin, kuruntuların hadiste nefsin konuşması olarak adlandırıldığı görülür. Kalbe giremeyeceği, tasdiklenip beyinde de ona uygun ameller üretilmeyeceği için Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem; Allah nefslerinin konuştuklarından ümmetimi sorumlu tutmaz buyuruyor. Yani sadra herhangi bir bilgi girdiğinde o bilgi fuada ulaşsa bile, fuad onunla ilgili herhangi bir analiz sentez yapmış olsa bile, Allah oradaki o bilgiden kulu sorumlu tutmaz. Neden? Kalb o bilgiye sahip çıkmadığı için! Fuad onunla ilgilendi analiz ve sentez yaptı, ama o sonuç kalbe girmediyse kul ondan sorumlu olmaz! Bu ayet ve hadisten anlıyoruz ki; sorumluluk için kalbin, kalbın, kalıbın o bilgiyi kabullenmesi gerekiyor. O bilgi kalıpta yer alacak ki o kalıba uygun suret çıksın. Diyelim ki kalpazanlar para basacaklar. Oturup konuşmuş ama basmamışlarsa bir sorumlulukları olmaz, dedikodu yapmış olurlar. Ama konuştuklarını kalıba tesbitlemişler ve ona uygun da bir suret çıkarmışlarsa sorumlu olurlar. Kalp, kalb işte böyle bir şey! Bir şeyin sizde suret bulması için onun kalbı hazırlanmalı. Hazırlanacak olan o kalıba/kalbe bilgi fuaddan gelir. Gelen bu bilgiyi kalb tespitlerse, beyin ona uygun suretleri sizden fiil olarak çıkarır ve sorumluluk başlar.
Eğer fuad Hakk’a yönelik, Rabbine yönelik analiz ve sentezler yapar, kalb de onları tespitler ve sadr organizasyonunun hükümdarlığını ele geçirirse kalb “NANKÖRÜN ESİRİ OLMA HASTALIĞI”ndan kurtulur.
Nefsin şerri nankördür.
Kalb nankörün esiri olursa…

Nefsin şerri nankördür. Kime? Yaradanına nankördür. Nankör olduğu için “asi” ve nankör olduğu için “haddi aşan” ya! İşte o nankörün nankörlük davranışlarıyla kalbi esir alması ve böylece onu Yaradanına karşı hasta pozisyona sokması kalbin marazlı, kasvetli ve hastalıklı olması demektir. İşte böylece, Rabbine yönelmiş bir kalb Nankörün Esiri Olma Hastalığından da kurtulur.
Bir hadiste Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki; “yararsız bilgiden sana sığınırım Allahım”. Yararsız bilgiden korkuyor ve korkmamızı istiyor! Niye? “Yararsız bilgi”nin günümüzde anlaşılması çok kolay; o bilgi virüs tesiri yapabilir ve sizin fuad mekanizmanızı sarsabilir. Peki, yararsız olan bilgi nedir? Bilginin hangisi yararlı hangisi yararsız bilemezsiniz! Kim bilir? Sahibi bilir. Bu yüzden sahibine; “Allahım yararsız bilgiden sana sığınırım, beni koruyuver” diyorsunuz.
Bir başka hadisinde Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: Bilgi iki türlüdür. Biri dile bağlı bilgi, diğeri kalbe bağlı bilgi.
Kalbe bağlı bilgi; esir olmamış, kukla olmayan kalbin bilgisidir. Eğer kalb nankörün esiri olmuş da kukla gibi duruyorsa, onun yerine nefsin şerri vehmin zulmeti yönünde sadra hâkimse ve fuad bu doğrultuda analiz sentez yapıp bilgi üretiyorsa aslında kalb onu almadığı halde almış gibi gözükür. Esir ya! Almıyor, ama almış gibi görünüyor. Böylece o bilgi o kulun dilinde kalan bir bilgi oluyor.
Kalbin hakikate ait bilgi tespit ettiği yere nefsin şerri tesir edemez.

İNŞİRAH -3-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER