Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 49 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 26 Mart 2019 Salı 13:27:08
 

Bir savaştan dönülmüştü, Efendimiz (SAV) buyurdu: “Küçük savaştan geldik, büyük savaşa giriyoruz.” Ashab: “Ya Rasulallah, geldiğimizden büyük savaş mı olur, evimize geldik?” diye sorunca, Efendimiz (SAV); “büyük savaş nefs mücadelesidir” diye buyuruyor. Bakın, biz sizlerle Tevbe Sûresi 13, 14, 15, 16. ayetlerde bir savaş okuduk. Demek ki bu hadise göre bizim bu yaptığımız “büyük savaş”a aittir. Cephede yapılan “savaş”ı getirdik, kendi özelimizde günümüze aktardık. Bunu Kur’an’daki kalb ve sadr ayetleriyle yaptık. Büyük savaştayız. İşte bu büyük savaşta zafer için önemli olan şeylerden birisi, Hakk yolda güven duygumuzu ve savaş için şevk ve gücümüzü yükseltecek derecede iman gücüne kavuşmaktır. Bu iman gücünü sağlayan nedir? Bu iman gücünü sağlayacak şey marifet nurudur. Bu yüzden fuadın “her türlü acaba”dan kurtulması gerekir. Analiz ve sentez yaparken fuadın, yani değerlendirme merkezinin lügatında artık “acaba” olmamalıdır. Fuad bir sonuç çıkaracağında şöyle mi, yoksa böyle mi gibi  ikilemler olmayacak. Vakit yok! Bu savaşta, savaşın bu noktasında “acaba?” bulunmayan bir fuad lazım! Artık fuadın her türlü ikilemden sıyrılması gerekir. Peki, bu nasıl olur? Bu, kalbe Allah’ın sekîne indirmesiyle hemen gerçekleşir! Allah kalbe sekine indirince fuaddan “acaba?” silinir, kalbe sekine inmesi “acaba?”yı siler atar. Acaba orada virüs programdır, sekine indirilince ona bir format atar, artık fuadda o program çalışmaz. Bunu da ayetlerden öğreniyoruz.
Fetih Sûresi 4: “İmanlarının kat kat artması için müminlerin kalblerine sekine inzal eden O’dur. Semavat ve arzın orduları Allah’ındır. Allah Aliymen Hakiyma’dır.”
Fetih Sûresi 18: “Andolsun ki Allah, o ağacın altında sana biat ettiklerinde müminlerden razı oldu. Onların kalblerinde olanı bildi, üzerlerine sekine inzal etti ve kendilerine Feth-i Kariyb’i verdi.”
Efendimiz (SAV) hiç ilk saldıran olmadığı için, bu ayet inzal olmadan önce barış için elçi göndermek istiyor. Bu nedenle, savaşla ilgili ayetler, bize hep “savunma yapın, haddi aşmayın” diyor: Kazandık diye haddi aşmayın, kendinizi savunun, Hakk’ınızı alınca orada durun. Bu yüzden müminler hiç ilk saldıran değiller. Mekke müşriklerine barış elçisi göndermek, elçi olarak da Hazreti Ömer Efendimizi göndermek istiyorlar. Hazreti Ömer; “benim yapımı, onlarla ilgili duygu düşünce, hal ve tavrımı biliyorlar. Orada kimsem de yok, beni yaşatmazlar, kimin yanına gideyim” diyor. Çünkü o dönemde birinin “buna dokunmayın” demesi lazım, değilse linç olur. Bunun üzerine orada akrabaları ve çevresi var diye Hazreti Osman Efendimizi gönderiyorlar. Müşrikler Hazreti Osman Efendimizi dinliyorlar, ama umursamayıp hapsediyorlar. Öldürmedikleri halde “öldürüldü” diye de haber gönderiyorlar, kızıştırmak için. Tabi savaş çıkıyor… Efendimiz (SAV) “hadi savaşa” diyecek, ama kaçmamaları için söz alıyor; “arkamda duracaksınız, kaçmayacaksınız” diye. Bin dört yüz, bin beş yüz kişiden elini uzatıp söz alıyor; “ya Rasulallah, kaçmayacağız” diye biat ediyorlar. Hatta Efendimiz bazılarına “ne için biat ediyorsun?” deyince, “kalbinden ne geçiyorsa hepsine biat ediyoruz ya Rasulallah” deyip elini tutuyorlar. İşte ayet onların halini tarif ediyor. Diyor ki; “o ağacın altında sana biat ettiler ya, o halden razı oldum.” Bu yüzden o manzara “Beyatü’r Rıdvan” olarak isimlendirilmiştir, “Razı olunan Biat” diye bilinir.
Sahabeler biat ettikten sonra onlara kaçmamaları için gerekli ikram veriliyor, bu hep çok önemlidir. “Sen Allah için bir adım at, sen Hakk’a yürü, Hakk sana koşar” diye buna denir. Biat tamamlandı, Rabbimiz o müminlere “ne için söz verdiyseniz öyle davranın” demiyor. “Kaçmayacağız dediniz, öyleyse kaçmayın” demiyor, kalplerini onların kaçmayacağı şekle çeviriyor: Bu sekinedir! İşte ayet onu söylüyor: Andolsun ki Allah, o ağacın altında sana biat ettiklerinde müminlerden razı oldu. Onların kalplerinde olanı bildi ve üzerlerine sekine indirdi (sekine inzal etti) ve onlara Feth-i Kariyb’i müjdeledi, yani gittikleri zaman en yakın olacak zaferi müjdeledi. Şimdi bu biatı günümüze, kendimize taşıyalım. Günümüze taşıdığımızda, biat eden kimdir, biat etmek ne demektir? Bir kere biat hep vardır, geçerlidir, devam eder. Nasıl? Eğer siz Amentü Billahi der, ayetlere ve sünnete uygun şekilde nefs-i levvameye girerseniz biat devam etmiş olur ve o “razı olunan biat” sınıfına gireriz inşaAllah. Ayetlerin günümüze taşınması halinde Biat ve Büyük Savaş bizi böyle kapsar. Peki, bizim için, günümüz için feth-i kariyb (yakın zafer) nedir? Fethi kariyb o gün için zahiren öyledir, ama bizim için kulun vehmin yönetiminden kurtulmasıdır! Yani kul Allah’tan razı olur ki buna nefs-i radıye deriz. Sonra da feth-i kariyb ile Allah kuldan razı olur, bu da nefs-i mardıyyedir. Nefs-i mardiye vehmin yönetiminin kişiden kalkmasıdır. Artık o kişi vehmi yönetir, o yüzden ona “tasarruf sahibi” denir. O zamana kadar, “BEN” diyen kul vehmin yönetimindedir, sonra o “BEN” diyen vehmi yönetmeye başlar, sahnedeyken yönetmen olur. Bunu da Kur’an’dan öğreniyoruz.
Fetih Sûresi 26: “O zaman kâfirler kalblerine hamiyeti (cahiliye taassubunu) yerleştirmişlerdi. Allah da Rasulü’nün ve müminlerin üzerine sekine inzal etti ve onları Kelime-i Takva üzerine sabitledi. Onlar bu söze ehak ve ehil kimselerdi.”
İşte şimdi bu ayette “ehak” kelimesinin anlamı olarak; “onlar Kelime-i Takva üzere sabitlenmeye layıktılar” diyebiliriz. Ama “ehak” kelimesi Allah için geçtiğinde “daha layıktır” dersen olmaz, Allah kast edildiğinde öyle meal veremezsin, öyle diyemezsin. Nitekim daha önce Allah için “ehak” kelimesi geçtiğinde “layıktır” diyememiştik, “korkmanız, haşyet duymanız için ehak Allah!” diye meallendirmiştik. Çünkü bir üst hale/makama bunu diyemezsin. Ama insan söz konusu olunca “onlar bu söze ehak/ehil kimselerdi” diyoruz. Onlar bu işe layıktılar, hak ettiler, bu yüzden onları Kelime-i Takva’ya (La ilahe İllallah’a) sabitledik. Sekîne’nin inananlara sağladığını görüyor muyuz? Artık Lüb devrede! Daha önce Furkan verildiğinde, furkanın gelişiyle birlikte fuad devreye girmişti, şimdi Lüb devrede ve sonuç bu: Onları La ilahe İllallah Kelime-i Tevhidi üzerine sabitledik! Ya kâfirler? Onlar kabile ve etraf gayreti, güveniyle duruyorlar. Ama size Allah kendi güvenini verdi, sizden “acaba”ları kaldırdı, sizin kalbinize sekine indirdi ve sizi Kelime-i Takva üzere sabitledi.
Ayette bahsedilen bu savaşta “o ve onlar” denilen, “karşı taraf” denilen bir grup var. Yaşantımızı ayetlere taşıdığımızda “karşı taraf” denilen, “o ve onlar” denilen kimdir bunu bulmalıyız. O şeytaniyettir, onlar ise şeytan. Bu durumda şeytaniyet ve şeytana bakalım. Bulunduğumuz yeri ve cazibesini, önemini anlamak bazen karşı tarafı incelemekle artar, bazen öyle anlarız. İnsan kıyas yaparak öğrendiği için, karşı tarafın durumuna bakalım, belki bulunduğumuz yeri daha çok severiz.
Zuhruf Sûresi 37: “Muhakkak ki bunlar (şeytanlar) onları yollarından alıkoyarlar da onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.”
Şeytan özellikle de şeytaniyet “A” Takdim Formu yapısıdır. Ona “BEN” demekle kişi de bu işe karışmış oluyor. Ama esas şeytaniyet esfele safiliyn yapıdır, “A” Takdim Formu’dur. Şeytan ise, “A” Takdim Formu yapısına “BEN” diyeni “BEN” dediği o yapıya sıkı sıkıya bağlamaya, onunla ilişkisini sıkı tutmaya, onu ona iyi arkadaş yapmaya çalışandır. Bu yüzden kişinin kariyn (iyi arkadaş) olduğu cin taifesinden olan varlıktır. Şeytanın görevi ne, ne yapıyor? “A” Takdim Formu’na “BEN” diyeni bir şekilde Hakk yoldan saptırıyor, alıkoyuyor, engelliyor. Ama işin korkunç ve tehlikeli olan yanı şudur: Ona “BEN” diyen kişi girdiği bu yanlış yolda kendisini doğru yolda zanneder. Yaptığını hakikat ve doğru zannediyor. Ayette “öyle zannederler” diyor. Ama “A” Takdim Formu’na “BEN” diyen eğer gerçeği fark eder ve “A” Takdim Formu “BEN”le savaşa karar verirse, özellikle de “amentü billahi” der de bunu yaparsa! Bunu demezse yine şeytanla işbirliği yapıyor demektir! “Amentü billahi” der ve nefs-i levvameye girerse, bu yolda ısrarlı olursa, o zaman olacaklara bakın:
Enfal Sûresi 48: “Şeytan onlara amellerini süsledi ve şöyle dedi: Bugün insanlardan size galip gelecek yoktur. Ben de muhakkak sizin yanınızdayım. İki grup birbirini görünce, şeytan iki topuğunun üzerine gerisin geri çark etti ve “Ben sizden ayrıyım, gerçekten ben sizin göremediğiniz şeyleri görüyorum. Muhakkak ki ben Allah’dan korkarım. Allah şediyd’ül ıkab’dır” dedi.”
Zuhruf-37 diyor ki: Kişi “A” Takdim Formu’na “BEN” diyerek ona karin/arkadaş olmuş, şeytan da her ikisine karin olmuş, hayatlarını kendilerince güzel, mutlu yaşıyorlar, her yaptıklarını doğru zannediyorlar. Sistem böyle! Ama “A” Takdim Formu’na “BEN” diyen bir savaşa girerse iş değişir. Biraz önce anlattığımız sistem içerisinde bir savaşa girer ve bâtıla karşı Hakk’ın savaşçısı olmaya karar verirse iş farklı olur. “Amentü Billahi” deyip nefs-i levvame seyr-i süluğuna girenin şeytaniyetle savaşını, yani Hakk’ın batılla savaşını ve “BEN” diyen Kul’un Hakk’ı tutmaktaki ısrarını görünce şeytan çark eder. Bir anda “A” Takdim Formu’nu bırakır ve “Ben sizden ayrıyım, işinize karışmam. Gerçek şu ki ben sizin göremediğiniz şeyi görüyorum. Allah’tan korkarım, Allah şediyd’ül ıkab’dır” der. Bu savaş “amentü billahi” deyip nefs-i levvameye girince başlıyor…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER