Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

KARDEŞ LİBYA -7-

YEŞİL KİTAP SEMİNERİ
Libya Kültür Merkezi’nden Necip Nasrat aramış ve Yeşil Kitap semineri için Libya’ya davet edildiğimi söylemişti. Adanalı dostumuz Yaşan Ölçen ile birlikte gidecektik. Libya kökenli olan Yaşan Ölçen Arapça bildiği için, birlikte seyahatimiz benim için iyi olacaktı.
28 Kasım 1999 günü önce İstanbul’a, oradan THY A-310 uçağı ile havalanmış ve ikibuçuk saatlik uçuştan sonra Trablus’a ulaşmıştık. Arjantin, Venezuella, Avustralya, İtalya gibi ülkelerden gelenlerle birlikte bir minibüsle Al-Mahar oteline getirilmiştik. Bu otelde aynı günlerde biri Mali ve Çad cumhurbaşkanları da konuk ediliyorlardı. İtalya Başbakanı D’alema Trablus’taydı. Kayıtlarda beş yıldızlı gösterilen otel, 2-3 yıldızlı oteller ayarındaydı.
Ertesi sabah Yeşil Kitap Semineri başlamıştı. Açılış konuşmalarından sonra, seminer üyeleri, Yeşil Kitap ve Kaddafi’ye övgüler düze dursunlar; Yaşar’la ben bir dolmuşa atlayıp, kent merkezine gitmiştik… Ne yazık ki Trablus, 20 yıl evvelki Trablus değildi! Zira ben o Trablus’u daha çok sevmiştim. Yollar berbattı ve kasisler düzeltilmiyordu; sokaklar çöp doluydu, temizlik yapılmıyordu.
Otelde öğle yemeğini yedikten sonra seminer salonuna geçmiştik. Çeşitli dillere çevrilerek basılmış olan Yeşil Kitaplar, yerlerde sürünüyordu. Seminerin dilleri Arapça, İngilizce ve Fransızca idi.
Seminer salonuna giriş ve çıkışlarda sıkı kontrol vardı. Güvenlik tedbirleri de alınmıştı. Muhtemelen Kaddafi seminer salonuna gelebilirdi! Ama gelmedi…
TURGUT REİS CAMİİ
Trablus’ta beni en çok cezbeden yer, Kale ve çevresindeki eski yapılardı. Her Libya seferimde o mekanı ziyaret eder, tekrar tekrar gezip görmekten zevk ve mutluluk duyardım. Esasen, Türkiye’ye götürmek üzere bir hediye alacaksam, Türk çarşısından alabilecektim. İlk kez ziyaret ettiğim Gürcü camiinin bakımını yapan zatın dedesi İstanbul’da okumuştu. Burayı H.1224 tarihinde Gürcü Mustafa Bey inşaa ettirmişti. Camide onunla birlikte birinci dereceden yakınlarının da mezarları bulunuyordu.
Kale içindeki dar sokaklarda gezinmiş, ecdadımızın yaptırdığı cami, hamam ve medreseyi görmüştük. Harun Reşid zamanında Tatarlar’la birlikte gelen Bağdatlı Sidi Abdülvahap makamı; Murat Ağa Camii, Vali Giritli Osman Paşa makamı ve nihayet Turgut Reis Camii… Dostlarımız buna Turgut Paşa Camii diyorlardı.
Turgut Reis (1485-1565), Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, Trablusgarp fatihi olarak anılan Türk denizcisiydi. Beylerbeyi olarak görev yapmış, ayrıca Trablus Beyi olmuştu. Anadolu’da Bodrum yakınlarında bugün Turgutreis olarak bilinen Karatoprak köyünde dünyaya gelmiş; 12 yaşında bölgedeki Osmanlı askerleri tarafından mızrak ve ok kullanmaktaki kabiliyetinden dolayı dikkat çekince orduya alınmış; ordu bünyesinde başarılı bir denizci ve topçu haline gelmişti. 1520 yılında Barbaros Hayreddin Paşa donanmasına katılır. 1526 yılında Sicilya’daki Capo Passero kalesini, sonra Girit’teki Kandiye’yi ele geçirerek Osmanlı topraklarına katmıştı.
Preveze Deniz Muharebesi sırasında Osmanlı donanmasının merkezinde 30 kadırgaya komuta eden Turgut Reis, Giambattista Dovizi komutasındaki Papalık Devleti kalyonunu ele geçirmişti. 1539 yılında Cerbe valiliğine atanmış, o arada Sicilya, İspanya ve İtalya kıyılarında çeşitli kentlere saldırarak, Gozo, Palasca ve Capraia’yı yağmalamıştı.
Korsika’nın batı sahillerinde gemilerinin bakımını yapmak için mola verdiği sırada Cenevizliler tarafından esir edilmiş, dört yıl boyunca Ceneviz gemilerinde forsa olarak çalışmak zorunda kalmıştı. 1544 yılında bizzat Andrea Doria ile görüşen Barbaros 3500 düka altın karşılığında Turgut Reis’in serbest kalmasını sağlamıştı.
Barbaros’un 1546 yılındaki ölümünden sonra Turgut Reis, Akdeniz’deki Osmanlı donanmasının başına geçmiş; 1548 yılında Cezayir Beylerbeyi olmuştu. 1551’de Trablus’u Malta şövalyelerinin ellerinden almış, Akdeniz sahillerindeki tüm kentleri yağmalamıştı. Bu zaferlerin ardından Turgut Reis, Akdeniz Beylerbeyi görevine getirilir. 1556 yılında Trablus Paşası ilan edilmiş; Piyale Paşa komutasındaki donanmayla birleşerek Cerbe Adasını ele geçirmişti. Kanuni, 1565 yılında Malta Kuşatması için Turgut Reis’e Piyale Paşa birliklerine katılma çağrısı yapınca yaklaşık 1600 askeriyle sefere katılmış, Mayıs ayında adaya çıkıp, St. Elmo Kalesi kuşatması sırasında diğer kalelerden açılan top ateşi sonucu ağır yaralanmış; 23 Haziran 1565 günü şehadet şerbetini içmişti. Ne yazık ki kuşatma başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra na’şı Kılıç Ali Paşa tarafından Trablus’a götürülmüş ve ziyaret ettiğim mekâna defnedilmişti.
Cumhuriyet döneminde, doğduğu beldeye Turgutreis adı verilmiş; beldenin kıyısında adını taşıyan bir gezi parkı ve bu parkın içinde onu bir kadırganın burnunda, kılıcıyla ufku gösterir vaziyette tasvir eden bir anıt dikilmişti. İstanbul’daki deniz müzesinde de güzel bir büstü bulunmaktadır.
Bu kahraman denizcimizin Trablus’taki mezarının üzerinde, ay-yıldızlı bayrağımız örtülüydü. Ne yazık ki, türbenin vaziyeti iç açıcı değildi. Trablus askeri ataşemizin ve diplomatlarımızın duyarsızlıklarına üzülmüştüm. Mekki Ebu Hacar isimli bir zat türbedarlık yapıyordu. Bu görev ona dedesinden miras kalmıştı.
DÜŞÜNCELER
Kale içerisinde dolaşıyordum; ecdadım Osmanlı, uzun yıllar hüküm sürerken birçok yapılar inşaa etmiş; okul, han, hamam, cami, çeşme, yol yapmıştı. İtalya ise aç kurt gibi gözünü diktiği Libya’yı işgal edebilmek için fırsat kollamış ve çok kan akıtarak buna muvafffak olmuştu. Sonra Arap ve Türkler’i İtalya adalarına sürgün etmiş, bunların çoğu yollarda ve menfada hayatlarını kaybetmişlerdi.
Faşist ve insanlıktan yoksun İtalyanlar, başta Ömer Muhtar olmak üzere, milliyetçi Libyalıları şehit etmişler… Tagrift’te de ağızlarının payını alarak, defolup gitmişlerdi.
Benim orada bulunduğum günlerde, İtalyanlar’ın suçlarını kabul ettikleri, tazminat verecekleri, fakat bunu nakit para olarak değil de hastane inşaa ederek gerçekleştirmek istediklerini öğrenmiştim. İtalya Başbakanı Massimo D’Alema peşinde bir sürü gazeteci ve bürokratla Libya’ya gelmişti. Ondan önce kaleyi içten fethetmişler; Libya’daki iş ve ekonomi hayatını ele geçirmişlerdi.
Peki biz ne yapıyoruz?… İtalya, Libyalılara vizeyi kaldırmaya hazırlanırken, biz Türkiye’ye gitmek isteyen Libyalıyı yokuşa sürüyorduk! Onlar da kızıp gitmiyorlar, alacağı şeyi İtalya’dan alıyordu. Oysa Libyalılar Laleli ve İzmir piyasasını canlandırıyorlar, bavul turizmini canlı tutuyorlardı. Trablus-İstanbul arasında sefer yapan uçaklar ful gidip geliyorlardı. Libya ile ilişkilerimiz, salt müteahhitlerimizin alacakları söz konusu olunca hatırlanıyordu…
Kaddafi’ni en önemli işi Afrika Birliğini gerçekleştirmekti. Sirte’de 53 Afrika ülkesinin devlet başkanlarını toplamış, başkanlığa da Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın seçilmesini sağlamıştı. Devlet Başkanlarının Trablus’a gelişleri Kaddafi’nin özel uçağı ile olmuştu.
O tarih itibariyle Türk iş adamlarının Libya’dan toplam 400 milyon dolar alacakları vardı. Libya’da yaşamakta olan Türk vatandaşlarının sayıları 30 bin dolayında idi. 1987’de ilişkilerin bozulmaya başlamasından önce Türk işçi sayısı 200 bin, şirket sayısı ise 140 idi.
ÇÖPLÜK
Bir akşam Yaşar Ölçen’le otelden çıkıp, şehre dalmıştık. Libya halkının konakladığı bir otelin lobisinde otururken, Yaşar; “Türkiye’den kaçıp gelenler burada otururlar, konuşma!” demişti. Türkiye’den gelenlerin uğradıkları lokanta, kahvehane, randevu evi gibi yerleri dolaşmıştık. Libya’da yasak olan ne varsa buralarda mevcuttu. Kadın satışı, alkollü içki vb. gibi her türlü melanet vardı. Uyuşturucudan defalarca hapse girip çıkanlar… Yalnız olsaydım katiyen buralara gelmez ve hele oturmazdım. Ama Yaşar Arapça’yı çok iyi biliyordu ve Trablus adeta ondan soruluyordu… Bizimkilerin “Tophane Parkı” adını verdikleri yerde de biraz oturup, yürüyerek otele dönmüştük.
Başkent Trablus kocaman bir çöplüğe dönmüştü. Yollar delik deşikti ve yağış olunca gölcükler oluşuyordu. Bir yerde sıkı İslâmi kurallar, öte yanda dekolte giysili kadınlar!… Aleni fuhuş yapan kadınlar… Karaborsada istediğiniz kadar alkollü içkiler… Her marka kaçak sigara satışları… Tunus üzerinden kara para nakli ve aklama…
Beş bloktan oluşan yeni binaların (ki bunlara beş şişe diyorlar) yanındaki dolmuş durağı tam bir mezbelelik!.. Kaddafi’nin oğlunun olduğu söylenen bina; üstü döner lokantalı modern iş merkezi… Modern bir çarşıda modern kafeler… ve herşey pahalı, her malın fiyatı yüksek…
DÖNÜŞ
Bu kez Libya’dan karamsar duygularla ayrılıyordum… 05 Aralık 1999 tarihinde, geldiğim yoldan ve aynı şekilde yurda dönmüştüm. Yaşar Ölçen’in valizi benim adıma kayıtlı ve maalesef Türkiye’ye gelmemişti. Bir tutanakla bunu tespit ettirmiştik. İki üç ay sonra, Yaşar’ın beyan ettiği ücretin dörtte biri kadar bir parayı benim hesabıma göndermişlerdi.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti