Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KİŞİ SÜNNET EHLİ DEĞİLSE BİZİ YANILTABİLİR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 14 Şubat 2018 Çarşamba 13:50:09
 

– 105 –
Bugün, bazı önemli noktalara kısa kısa değindiğimiz bir önemsetme, bir merak oluşturma paylaşımı yapalım istiyorum.
Öfke hayatımızda mücadele edeceğimiz önemli hallerden birisi. Bu yüzden, “yaptığımız şey öfke kapsamına giriyor mu, girmiyor mu?” sorusu ile onun püf noktasını fark etmeye çalışalım. Olaylara göre değişir, ama bunu anlamak için bir ipucu verelim. Öfke doğru anlaşılmadığı zaman, mesela Mevlana hazretlerini yanlış anlayanlar gelip, “Mevlana kimseye karışmamış, siz nasıl karışırsınız, size ne oluyor?” diyorlar. Kimseye karışmıyorsak da aslında böyle diyeni bir incelemek lazım, acaba Mevlana yolunda birisi mi? Yoksa kendisi hiç Mevlana yolunda değil de sizi sıkıştırmak için mi Mevlana’yı kullanıyor? Bazen kişinin hiç dinle diyanetle ilgisi olmaz, öyle bir yaşantısı yoktur, ama sizi sıkıştırmak için; “Mevlana herkes gelsin demiş, sana ne oluyor?” der. Ona demek lazım ki, “Bunu söylüyorsun, tamam, ama biraz Mevlana’ya uysan! İkimiz de O’na uyalım ki bir yerde buluşalım. Sen Mevlana’ya hiç uymuyorsun!” Bu yüzden, sizi böyle sıkıştıran kişi Mevlana gibi yaşama gayretinde değilse, hayatında o telaş yoksa, ona çok aldırmayın. Ama O’nun gibi Sünnet Ehli birisiyse, onu elbette çok önemseyin. Şu bir kuraldır: Bir kişi Sünnet Ehli değilse dikkatli olun, gerekirse onun söylediğinin, yazdığının tersini yapın! Çünkü onun doğru önerisi bile sizi yanıltabilir. Kişi Sünnet Ehli değilse bizi yanıltabilir! Ama sünnet ehli olan (yani Muhammedi olan) bir kişi “iki kere iki beş” demişse bile önemseyin, “olabilir” deyin, “şu an beş mi?” deyin, “ben şimdilik beş kabul etsem” deyin. Çünkü bir hayr vardır onda. O söyleyen önemlidir!
KİŞİ KENDİSİNİ TANRI İLAN
 ETMEKTEN KURTULACAK!

Bir diğer önemli nokta, kuldaki Muhtariyeti Tercih Gücü’dür. Onu da biraz tefekkür edelim inşaAllah. Kulda bu güç var ve adı Muhtariyeti Tercih Gücü. Peki, kulun Muhtariyeti Tercih Gücü nedir? Bu güç çok önemli, çünkü bu güç ondaki Rabba sahip çıkmayı getiriyor, bu güç nedeniyle kul kendisini müstakil sanıyor, kendini rab sanarak Rububiyet’e sahip çıkıyor, dünyaya gelen kul Muhtariyeti Tercih Gücü’nden maalesef bu yönde yararlanıyor.
Şartlanmalardan kurtulmak tabiri hayatta ve kitaplarda karşınıza çok çıkar. Şartlanmalardan kurtulmak nedir, bir kişi şartlanmalardan nasıl kurtulur? Çünkü “şartlanmalarından kurtulmadan başaramazsın” denir. Bu yüzden insanlar şartlanmalardan kurtulmaya çalışırlar, çeşitli şekillerde onların şartlanmalarından kurtulma gayretlerini görürsünüz. Hatta bu, günlük konuşmaların içinde de vardır. Kişi karşısındakini hedeflediği şeye ikna edememişse ona “sen daha şartlanmalarından kurtulamamışsın” der. Özellikle tasavvufta! Bir tasavvufçunun diğer tasavvufçuya “sen hala şartlanmalarından kurtulamamışsın” dediğini görür, duyarsınız. Çünkü ona göre, eğer sen “onun istediği gibi olursan” şartlanmalarından kurtulmuş olursun. Hâlbuki o da yeni bir şartlanmadır, o da yeni bir şarttır! Öyleyse şartlanmalardan kurtulmak nedir, ne yaparsak şartlanmalardan kurtuluruz?
Bir kere bilmeliyiz ki şartlanmalardan kurtulmak “A”nın kısıtlarından kurtulmaya çalışmak demek değildir! Bu “A” Takdim Formu”nun yani kendisini tanrı ilan edenin davranış biçiminin kısıtlarından kurtulmayı tarif etmez. Örneğin beş duyu yeteneği; beş duyu yeteneğinden kurtulmaya çalışmak, şartlanmalardan kurtulmaya çalışmak demek değildir. “Gözün görmediğini görsem acaba nasıl olur? Gözün şartlanmalarından kurtulsam da gözle görmediğimi de görsem? Kulağım 20 ile 20.000 titreşim arasını duyuyor, bunu aşıp kulağımın şartlanmalarından kurtulsam, diğerlerini de duysam nasıl olur? Şartlanmalardan kurtulup ateşte yürüyüp yanmasam?” gibi düşünceler, hep şartlanmalardan kurtulma denince ilk akla gelenlerdir. Oysa değil! Bunları başarsan, bu şartlardan kurtulsan ne olur ki? Hiç biri seni cehennemde yanmaktan kurtarmaz! İstediğin kadar ateşte yürü ve yanma. “Ben dünyada ateşte yanmıyordum, şartlanmalarımdan kurtulmuştum orada da yanmam” sanarsan yanarsın. Peki, öyleyse şartlanmalardan kurtulmak nedir? Şartlanmalardan kurtulmak tek bir şeydir: ��draktan “A” Takdim Formu” elbisesini çıkarmaktır! Bu şarttan kurtulmak şartlanmalardan kurtulmaktır. Başlangıçta bundan başka şartlardan kurtulmak yoktur, ilkin “şartlanmalardan kurtulmak” yalnızca budur: Kişi kendisini tanrı ilan etmekten kurtulacak! Eğer kişi müstakillik düşüncesinden yani tanrılık iddiasından kurtulmuşsa, şartlanmalarından kurtulmaya başlamış demektir. Kurtulunacak şart budur, şartlanma budur; birincisi budur, ilkin budur! Şartlanmalardan kurtulmak “A” Takdim Formu”ndan, yani Rububiyet gücüne sahip çıkmaktan kurtulmaktır, “A” elbisesinden sıyrılmaktır! Bu yolda, ancak bundan kurtulduktan sonra kişi diğer şartlanmalarından kurtulabilir. Çünkü bu kurtulduğu şartlanma, uydurduğu bir zanna ait davranış biçimidir. Vehmin zulmeti olan bu şartlanmadan kurtulmadan yol yoktur. Bundan kurtulduğunda sıra, vehim şartlanmasından kurtulmaya gelir ki ondan kurtulmasa bile o cennetlik bir haldir. Ama önce zulmani davranış biçiminden, o davranış şartlanmasından kurtulacaksınız. Şartlanmalardan kurtulmayı tayyi mekân, tayyi zaman da sanmayın, sakın! “Kişinin gözü, kalbi açılıyor” sanıp tuzaklara düşmeyin. “Kalb gözü açık” ifadesini çok duyarız ve özlem de duyarız. Kalb gözünün açılması, zaten açık olan kalb gözünün önündeki tanrı perdesinin kalkmasıdır. Değilse yeni bir göz açılmaz! Orayı tanrı perdesi kapatmıştı! Zaten, o perde varken o gözün açılması daha tehlikelidir; tanrının gözü açılmış olur, feth-i zulmani olur! Kalb gözü zaten açıktır, ama orayı o kişideki tanrılık iddiası perdesi örtmüştür; işte o örtü ŞARTLANMA’dır, şartlanma odur. O kalkmalıdır. O kalktığı zaman yeni bir göz açılmaz, o göz zaten açık! Ama o göz size ait değil, bu yüzden “kalb gözüm açıldı” derseniz yanlış olur. Kalb gözüm demekle, sahip çıkmakla, oraya bir yer vermekle yanlış yapmış olursunuz. Öyleyse şartlardan kurtulmada birinci şart; “A” Takdim Formu” elbisesini çıkarmaktır, tanrılık ilanından kurtulmaktır, “ben rabbım” anlamındaki yaşantıdan, davranış biçiminden kurtulmaktır, inşaallah. Bundan kurtulduğunuzda ne başlar? “B” Takdim Formu” başlar. Ona bazen “yasal yanlış” diyoruz, neden? Çünkü “B”de de kurtulmanız gereken bir şartlanma var,  şartlanma vehim anlayışıdır; vehim anlayışından da kurtulmak gerekiyor. Ama vehim, vehmin zulmeti gibi tehlikeli değil. Demek ki şartlanmalardan kurtulmak beş duyu sınırlarını aşmak, bu kısıtlardan kurtulmuş farklı insan olmak değilmiş. Hele de insanı bu hayattan koparan bir şey hiç değil! Tüm sevaplar hayatla olan ilişkiyle kazanılır. Hayattan sıyrıldığınızda kazanamazsınız…
RELAKS OLMUŞ TANRI,
POLYANNA TANRI, HÜMANİST TANRI GİBİ
TANRILARI ÜRETME YÖNTEMLERİ

Biraz tasavvufa meraklı onlara hediye alırlar veya kişi kendisini ödüllendirir, bir şey alır. Ne alır, biliyor musunuz? Tütsü! Kokulu, yandığı zaman duman çıkaran hintlilerden gelme meditasyon aletlerinden olan tütsü alırlar. Niye? Halüsinasyon görmek için, dalmak için, gevşemek için! İnsan dışındaki şeyleri cezb edelim, ruhaniler gelsin diye! Çok dikkat edin lütfen, en önemli ibadet tefekkürdür ve aklınızı kaybederek, halüsinasyon görerek tefekkür yapamazsınız. O malzemeler ve teknikler, tanrılıklarını ilan etmiş olanların stressiz tanrı yani relaks olmuş tanrı, Polyanna tanrı, hümanist tanrı gibi tanrıları üretme yöntemlerindendir. Tanrı üretenlerin, böyle bir tanrı üretecekleri zaman uyuşma yöntemleri, onlardır. Beynin kimyasını çeşitli kokularla, dumanlarla bozup çeşitli varlıklar görürler. Yazık! Unutmayın ki hayalinizde gördüğünüz bir varlıkla hiçbir zaman sevap kazanamazsınız. Ama bizzat yanınızda olan bir arkadaşınıza, bir insana davranışınızla sevap kazanırsınız, ona olan bakışınızla bile kazanırsınız. Siz en yakınınızdakileri görmemeye, ama başka varlıkları görmeye çalışıyorsanız olmaz! Diğerleriyle bir sorumluluğunuz yok ki! Şuna çok dikkat etmek lazım ki, tamamen sağlam ve doğru yolda yürüyen akılla insan cenneti fark edebilir ve kazanabilir. Dolayısıyla, şartlanmalardan kurtulacağım diye çeşitli uzak doğu tekniklerine ve meditasyonlara yönelmek insanı alır götürür… Onların hiçbirisi, oraya ait hiç bir felsefe ve bakış açısı İslamiyet’e uygun değildir, benzer değildir, yardımcı da değildir. Olamaz da!  
KULUN KOMPOZİSYONDAKİ, TERKİBİNDEKİ RAB KENDİ MÜSTAKİLLİĞİNİ İLAN EDİYOR. NEDEN?
“A” Takdim Formu”ndan kurtulmalıyız diyoruz ya, işte o “A”nın kişideki Muhtariyeti Tercih Gücü’nü yanlış yolda sürdürülebilir kılan “mıknatıs etkili bir çekim platformu” vardır! Sizlerle bu noktaya gelene değin “A” Takdim Formu”nu o kadar çok konuştuk ki şimdi işimiz kolaylaşıyor. Yoksa şimdi bir de yeniden “A” Takdim Formu”nu anlatmak gerekseydi, düşünün… İnsanda Muhtariyeti Tercih Gücü var. İnsan dünyaya “A” Takdim Formu” ile geldiği için, kendisindeki bu güç ile rablığını yani muhtariyetini ilan ediyor. Kulun kompozisyondaki, terkibindeki rab kendi müstakilliğini ilan ediyor. Neden? Çünkü o kompozisyondaki rabbın (yani o kompozisyonun) gereğidir ki o kendisini hakikatin tamamı sanıyor. Çünkü ondaki cüz aslında “cüz” değil. Bu yüzden küll gibi davranıyor ve rablığını ilan ediyor. O kompozisyondaki, o terkipteki rab gücü cüz ama aslında cüz değil, dolayısıyla da küll gibi davranıp bilmeden kendi ilahlığını, Allahlığını ilan ediyor. Onda bir Muhtariyeti Tercih Gücü oluşuyor ve o Muhtariyeti Tercih Gücü’nü böyle kullanmakla “A” Takdim Formu” davranışı çıkıyor. İşte “A” Takdim Formu”nun Muhtariyeti Tercih Gücü’nü, dünya hayatı boyunca sürdürülebilir kılan “mıknatıs etkili çekim platformu” vardır. Mıknatıs etkili! Siz uzaklaşmaya çalıştıkça sizi “A”ya çeken! O yüzden “A” Takdim Formu”ndan çıkmanızı, “B” Takdim Formu”na da girmenizi zorlaştıran bir çekim! “A” Takdim Formu”nda böyle bir çekim var, bu yüzden oradan çıkmanız zor! Neden? Çünkü veri tabanınız “A” Takdim Formu”na uygun, ona uygun bir çekim olduğu için sizi oraya çekiyor. Elimizde bir mıknatıs olsa toplu iğneleri çeker, ama plastiği çekmez değil mi? Sizin veri tabanınız “A” yapı için toplu iğne gibi olduğu için, “A” Takdim Formu”ndaki mıknatıs sizi kolayca çekiyor. “B” Takdim Formu”nda da bir çekim gücü yok mu? “B”nin de bir cazibesi, çekim gücü var, ama oradaki çekim gücü sizdeki veri tabanına uygun değil, onun için sizi çekmiyor! Bu yüzden, hep “A” için cazip olan veri tabanını fonksiyonsuz yapmalıyız diyoruz. Onu fonksiyonsuz hale getirelim ki o mıknatıstan kurtulalım ve “B” Takdim Formu”nun çekim alanına girelim. “B”de ilerleyebilmek için oranın mıknatısına uygun veri tabanı oluşturmalıyız. Ki bizi o çeksin! Buna tarikat dilinde CEZBE denir. Şah-ı Nakşibend Hazretleri onun için “bizim yolumuz cezbe yoludur” diyor. Bazı kişiler oraya gelir, ona bir çekim gücü, bir cezbe verirler, böylece o oradan ayrılamaz, dolaşır dolaşır olmaz. Adrenalin ancak orada salgılanıyordur, oraya gelir, oradan ayrılamaz. Siz de normal yaşantıda öyle bir veri tabanı oluşturmalısınız ki, o veri tabanı “B” Takdim Formu”nun çekim gücüne uygun olsun, onu çeksin. Bu iş için zikrullah çok önemlidir. Yapılan esma zikrullahı ve kelime-i tevhid, istiğfar, İhlâs, salâvat gibi zikirler, açılacak yeni kapasitelerle veri tabanını “B” Takdim Formu”nun çekim gücüne göre ayarlar ve “B”deki seyr-i süluk o çekim gücü yüzünden kolaylaşır. Hele de kişi “A” Takdim Formu”nu fonksiyonsuz kılarsa o mıknatıs hiç çalışmaz.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-105-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti