Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ÖLÜM YOK OLMAK DEĞİL Kİ. ANA RAHMİNDEKİ HALİNİ NASIL HATIRLAMIYORSAN, “RABBİM SENSİN” DEDİĞİMİZİ DE HATIRLAMIYORSUN

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 24 Mayıs 2017 Çarşamba 13:09:19
 

– 108-
Emaneti anlamaya çalışıyoruz, bu kapsamda “Emaneti olmayanın îmanı, ahdi olmayanın dini yoktur” hadisini ve Mearic Suresi 32. ayeti tefekkür ediyoruz.
Emanet’i tarif etmiştik. Eğer kişi Âmentü Billâhi demişse, bu îmanda ise ona diyoruz ki: Senin “BEN deyişin ve sendeki Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisi sana emanettir. Bu tanımı kim kabul eder? Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyen. Âmentü Billâhi ve Rasûlihi dememiş olanlar bu emanet tarifimizi kabul etmezler; “Saçmalama” deyip dünyasına devam ederler.
Îmanı yoksa emaneti yok,
emaneti yoksa îmanı yok

Âyet ve hadisleri anlayabilmenin ve onlara muhatap olmanın en önemli şartı Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyen sınıfında olmaktır. Âmentü Billâhi dediysen yani îman ettiysen MTG yetkisi ve “BEN” deyişin sana bir emanettir. Nasıl? Âmentü Billâhi dememiş olanda îman yoktur. Îman olmayınca böyle bir emanet olur mu? Îmanı olmayanın böyle bir emanet tarifi yoktur. “Emaneti olmayanın îmanı yoktur”u fark ettiniz mi? Hadisi anlarsak âyeti anlamak da kolaylaşır. Kişinin Âmentü Billâhi demesi îmandır. Kur’ân’dan öğreniyoruz ki Âmentü Billâhi îmanında olan için MTG ve Allah adına “BEN” deyiş ona emanet edilmiştir. Âmentü Billâhi demeyenin îmanı olmadığı için kişi bu emanet tarifini kabul etmez, öyle olunca onun emaneti yoktur: Îmanı yoksa emaneti yok, emaneti yoksa îmanı yok. Anlaşıldı mı?
Hadisin devamı: “Ahdi olmayanın Dîn’i yoktur.” Bunun da mânâsına birlikte bakalım. Eğer sen “Allah indinde din İslâm’dır” demişsen, “İslâm, hanîf duruşla muhsin olarak vechini Allah’a teslim etmektir” demişsen hemen “Allâhümme ente Rabbi: Allahım, sensin Rabbim” dersin. Böylece, vermiş olduğumuz “Rabbimiz sensin” sözünü hatırlayıp, o söze sahip çıkıp, gereğini yapıyor olursun. İslâm’ı kabul etmek, “Allah indindeki din İslâm’dır” demek, “Ben Allah’a kulluk yapacağım” demektir. İslâm’ı yani dini “Hanîf duruşla muhsin olarak vechini Allah’a teslim etmek” olarak tanımladın, böyle kabul ettin. Niye dini böyle tarif ettin? Çünkü hatırladın. “Allahım ben ‘Allâhümme ente Rabbi’ diyerek sana söz vermiştim, ‘Rabbim sensin’ demiştim. İşte o ahdimi hatırladım ve gereğini yapıyorum” diyorsun. Sende böyle bir teslimiyet yoksa, İslâm’ı böyle tarif etmiyorsan, bu tarife göre iş yapmıyorsan senin hatırlayıp uyacağın bir sözün yok demektir. O sözü niye hatırladın? Sana o ahdini kim hatırlattı? Allah! “Senin sözün vardı” diye, onu sana hatırlatıcı bir öğütle hatırlattı. Nerede? İslâmiyet’te! Eğer senin İslâm’ın yani dînin yoksa bu sözün de yoktur. “Emaneti olmayanın îmanı, ahdi olmayanın dîni yoktur” hadisi bize aynı zamanda Me’aric-32’de tarif edilen mü’minleri izah ediyor: O mü’minler ki emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir. Allah’ın emanet ettiği MTG yetkisini O’nun dediği şekilde kullanırlar. O’nun verdiği “BEN” deme yetkisini kendileri adına değil Allah adına söylerler.
Kişi Allah’a münafıksa insanlara
 münafıklık kendiliğinden gelir

Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünden cayar. Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Hadis)
 Münafığı tarif ederken bunu dünya hayatındaki kendi kurallarımızın içine monte edersek, bize birisi yalan söyler münafık deriz, birisi verdiği sözden cayar münafık deriz, bir emanet verirsin çok uymaz münafık deriz. Yanlış! Münafıklığın birincil şartı vardır, önce o önemli. Bizim kendi tarif ettiğimiz değil birincil münafıklık önemli. Hatta hadisin devamında bir ek vardır: “Münafıklığın alameti üçtür; konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Oruç tutsa, salât ikamet etse ve kendini mü’min zannetse bile.” Bu durumda birincil münafıklığı iyi tanımlamak lazım: Birinci derece münafıklık kulun Allah’a münafıklığıdır, insanlara değil. Eğer kişi Allah’a münafıksa insanlara münafıklık kendiliğinden gelir. İnsanlara münafıklığın kesilmesi için, işi kaynağından kurutmak lazım. Onun için önce kulun Allah’a karşı münafıklığını ortadan kaldırması lazım.
İnsan Allah’a karşı nasıl münafıklık yapar? “Sana inanıyorum, söylediklerini yapıyorum” der ama işin aslı hiç umurunda değildir, umursamaz. Allah muhafaza etsin, çok tehlikelidir. Yani “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” der, sonra umursamaz. Buraya bir not iliştirelim ki yanlış anlaşılmalar olmasın: Umursayarak düzeltme gayretine girmek öyle değildir. Bu gayrete giren kardeşim “Ben öyle miyim?” diye korkmasın. O veli sınıfına girer, “veli gibi” sınıfına girer. “Ben şehâdette bulundum ve kendimi içinde bulduğum yanlıştan kurtulmak için gayret sarf ediyorum” diyen kul yaptığı hatalardan bile sevap kazanır. O ayrı iş. Umursamayan, kandıran farklıdır. O Allah’a öyle der ama sonra “Boş ver, ben böyle yaşarım, ne olacak?” der. Abdestsiz namaz olmaz dersiniz, “Ben kıldım bir şey olmadı” der. Bir şey olmadığını görünce de umursamaz. “Müstakilen VAR ve Muhtar” olmanın dünyada daha kârlı olduğunu düşünür ve öyle davranır. İşte Allah’a karşı münafıklık budur, birinci derece münafıklık budur.
Münafık cehennemde kafirden daha derinde
İkincil münafıklık ise insanlar arasındaki ilişkilerdedir. İnananların yanında “Sizin gibiyim”, inanmayanların yanında “Boş verin onları ben sizin gibiyim” diyen kişidir. Münafıklığın detaylarını konuşmayalım, o çok ayrı ve uzun bir konu olur. Biz bizimle ilgili kısmını bu kadar görüp devam edelim. Münafığın alameti üçtür, konuşunca yalan söyler. O nedir? Allah üzerine yalan söyler, iftira eder, “Ben de müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunarak kendi adına “BEN” der. Konuyu duyduğu bildiği halde kendi adına “BEN” demesi o kadar tehlikelidir ki, bu yüzden münafığın cehennemdeki yerinin kâfirlerden daha derin ve kötü olduğu söylenir. Rabbim muhafaza eylesin. O da cehennemde ama bu daha derinde. Kâfir Allah’ı kandırdığının farkında olmadan kendi adına “BEN” deyip hayat kurmuş. Ama bu duyuyor, “Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır, kendi adına BEN diyemezsin” seslenişini duyuyor, buna rağmen umursamıyor, Allah’a yalan söylemeye, iftira etmeye devam ediyor. Münafığın bir alameti budur, yalan söyler. Allah’a yalan söyler. Nasıl? Kendi adına “BEN” diyerek!
Kafir de, münafık da yalancı sınıfındadır, ikisi de yalan söyler. Ama kafir olan bunları duymadı. Münafık duydu, kabul etti. Hatta namaz da kılıyorsun, oruç da tutuyorsun. Ama “Müstakilen VAR ve Muhtar” olarak kendi adına “BEN” diyorsun. Gerçeği duyduğun bildiğin halde söylediğin bu yalan çok tehlikeli. Bu yüzden, münafık cehennemde kafirden daha derinde.
O sözünden de cayar. “Allâhümme ente Rabbî” diyerek Allah’a söz verdi ama caydı/unuttu. Duydu, duyduğu halde uymuyor, unuttu.
Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Şöyle: MTG yetkisi bir emanettir, “BEN” takdimi de bir emanettir. Bütün bu emanetleri Allah’ın hakkını vermeden kendi adına ve ayrıca Allah’a karşı gücü yettiğince kullanır. İşte emanete hıyanet! Alâmetin üçü de gözüküyor değil mi?
Me’âric-32’yi bu bakışla hatırlayalım: “O mü’minler ki, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.”
İnsan âhiretteki hayatını kendisi yazar.
Kalemle yazan Allah’tır
Şimdi Nisâ-79 ve 78’e göre bir özetle devam edelim: İnsanlar dünya hayatı sürecinde fitne üzerine tesis edilmiş denemelerle “Allâhümme ente Rabbî” sözlerinin gereğini kazanıma çevirirler. “Âmentü Billâhi ve Rasûlihi” diyorlar mı ve gereği olarak “Semi’na eta’na ğufraneke Rabbena” diyorlar mı imtihanıyla duydukları doğruları veya yanlış olan zannlarını kendileri için kazanıma çevirirler; bu kazanım sonucunda değişime uğrarlar; değişimlerinin şehâdetiyle de ahiretteki hayat biçimlerini tanımlarlar. Allah’ın kalemlerinden birisi olan insan, dünya hayatı sürecinde âhiret hayatını kendisi böylece yazar. İnsan Allah’ın kalemi olarak gelecekteki hayatını nasıl yazıp şekillendiriyor, anlaşıldı mı?
Allah’ın kalemlerinden birisi olarak insan âhiretteki hayatını kendisi yazar. Bu kesret diliyledir. “Kendisi yazar” Nisa-79’a göre bir cümledir. Nisa-78’e göre bu cümle şöyledir: Kalemle yazan Allah’tır. Kalemin kendisi yazar, bakın kalem yazıyor, bu kesret dilidir. Kalemle Allah yazar ise tevhid dilidir. Ve ikisi beraber doğrudur. Ama öyle enteresan bir kalem ki hürriyeti var. Burayı mutlaka anlamak lazım! Dünya kurallarıyla düşündüğünüzde, kalemle yazıyorum ve kalemin hürriyeti bende. Bu ise dünya kurallarına uymayan öyle bir acayip iş ki… Allah’ın kalemlerinden biri olan insan kendi hayatını yazar. Kalemle yazan Allah’tır fakat kalem de hürdür. Çünkü kalem Allah’ın dışında değil ki! Allah ne kadar hürse kalem de o kadar hürdür. Bu başlangıç çizgisidir. Bunun ne olduğunu anlamak için ileri gideceğiz. Bunun ne olduğunu duyup o bilgiyi başlangıç çizgisine monte eden yürüyemez, ilerleyemez, araba bozulur.
Ölüm; doğumu tatmak gibi bir şey
Dedik ki kalem yazar. Kesrette Allah’ın kalemlerinden biri olan insan tercihini yapar, kazanıma dönüştürür, değişimini sağlar, böylece âhiretteki hayatını kendisi yazar ve yazdığına da şâhit olur. Ama tevhid diliyle yazan Allah’tır.  “Dinde zorlama yoktur” prensibini öğrenmiştik, hatırlayın lütfen. “Zulmedilmez” prensibi var. Demek ki kalem hür! Çünkü kalem dûniHİ değildir. İlla HÛ. O kadar dûniHİ düşünmeye alışmışız ki… Kalem hürdür, kalem de illa HÛ. HÛ hür olmaz mı? Bu ilerideki bir tespit! Biz işte o tespit noktasına ilerliyoruz.
O noktaya doğru ilerlerken şimdi de imtihan uyarısı yapan âyetleri ders edelim:
 “(O) yaptığından sual edilmez, onlar sual edilirler.” (Enbiyâ-23)
“Her nefs ölümü tadacaktır. Biz bir imtihan sistemi içerisinde sizi şer ve hayrla deneriz. Ve bize rucû ettiriliyorsunuz.” (Enbiyâ-35)
Enbiyâ-35’ten anladık ki ölüm doğumu tatmak gibi bir şey. Ve yine anladık ki şer ve hayr var, yani ikilem/fitne var
Her nefs ölümü tadacaktır. Anlıyoruz ki ölüm yok olmak değil. DûniHİ idrak ve zannıyla yaşayanlar ölümü yok olmak sanıyorlar, onların zannı gibi değil. O bir tat; doğumu tatmak gibi bir olay. Allah’ın emir verdiği istisnalar hariç, Hz. Âdem gibi istisnalar hariç, Hz. İsa aleyhisselam dâhil her insan doğumu tadıcıdır, doğum tadılan bir şeydir. Ana karnı için ölüm, dünya için doğumdur ve hayat doğumla devam ediyor. O ana karnında bir değişim geçirdi. Neye göre? Dünyadaki hayatına göre bir değişim geçirdi. Kazanım, değişim, doğum, dünya hayatı. İnsan şimdi de bir değişim geçiriyor. Dünya hayatını ana karnı gibi düşünün. Süreç buradan devam edecek. Ana karnını nasıl hatırlamıyorsak, onun gibi “Rabbim sensin” dediğimizi de hatırlamıyoruz. Onu Kur’ân hatırlatıyor. Zamanında verdiğin sözü, röntgenini çekip Kur’ân hatırlatıyor. Bilim de ana karnını hatırlatıyor; “Ana karnında şöyleydiniz” diye. Bu ortaya konulmasa bilemeyiz. Resmini çekiyor, hareketlerini gösteriyor, hatırlatıyor. Dünyaya geldin ama değişime devam ediyorsun. Neden? Esas hayat âhirette olduğu için! İnsan âhirete gidinceye kadar Big Bang ve değişim devam ediyor: 14,5 milyar kozmik yıldır süren bir değişim var ve devam ediyor… Önce insanın yaşayacağı zamana kadar bir değişim yaşandı. Sonra insan geldi ve yaşayan insanlar bir malzeme oluşturdular. Hz. Âdem aleyhisselam bir beden kullanıncaya kadar bedenlerde değişim vardı. Hz. Âdem bir beden kullandı, sonra idraklarda değişim başladı. Bu değişimlerle esas hayata doğru bir süreç yürüyor…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti