Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“ONLAR ER-RASUL’Ü İHRAÇ EDİYOR” – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 2 Ekim 2017 Pazartesi 13:27:43
 

– 44-
Şu üç ayeti birleştirdiğimiz zaman karşımıza kalıbın (kalbin) çok önemli bir yanı çıkar, o nedir?
Araf Sûresi 172’deki “Rabbimizsin” sözü ve şahitliği;
Şems Sûresi 8’deki fücurunu ve takvasını ilham;
Bakara Sûresi 30’daki halifelik yani esma-i külleha (esmaların tümünü ihtiva) özelliği.
Bu üçünü birleştirdiğimizde karşımıza bir şey çıkıyor: Muhtariyeti Tercih Gücü. İnsanın (Halife’nin) özelliği olan esma-i külleha, ikinci olarak “Rabbimizsin” sözü ve şahitliği, bir de fücurunu ve takvasını ilham. Bu üç bilgi yan yana gelip birlikte bir güç oluşturduğunda kalıpta Muhtariyeti Tercih Gücü ortaya çıkıyor. Bu özellikler bir tercih yani tasarruf gücü meydana getirir. Dünya yaşantısı şartlarında ilk basamak olan tasarruf gücünü meydana getirir ki ona Muhtariyeti Tercih Gücü diyoruz. Genellikle ileri zatlar için kullanılan ve “tasarruf sahibi” olarak bildiğimiz hal bunun ötesidir. Ama tasarruf sahipliğinin başlangıcı budur; bu olmadan o olmaz. Bir zata “tasarruf sahibi” diyorsak, o başlayan bu noktanın Hakk yolda kullanılarak ulaşıldığı yeridir. Bu üç özelliğin kalıba sağladığı budur, bunlar yan yana gelince kalıbı tasarruf sahibi yapar. Bu tasarruf sahipliğinin en önemli delili Hadid Sûresi’nin ilk on ayeti içerisinde geçmektedir.
Hadid-7: “İman edin Allah’a ve Rasulüne. Hakkında sizi tasarruf sahibi (halife) kıldığı şeylerden infak edin. Sizden iman eden ve infak eden kimseler var ya, onlar için ecr-u kebiyr vardır.”
Bu ayet içerisinde çok açık anlıyoruz; ayette geçen “mustahlefiyn” tabirini lütfen inceleyiniz. Bu yüzden Hadid Sûresi’nin ilk on ayeti önem taşır; içindeki bilgileri anlamak, söylemek, hatta okumak önemlidir.
Yemini bozmak Muhtariyeti
Tercih Gücü’nü yanlış kullanmaktır
“Rabbimizsin” sözü ve şahitliği, fücurunu ve takvasını ilham ve halifelik yani esma-i külleha özellikleri insanda Muhtariyeti Tercih Gücü’nü meydana getirdi. Bu vurguyu Tevbe Suresi 14. ayetteki “yeminini bozanlar”ı anlamak için de yaptık. Ayet, karşı tarafın üç özelliğinden birisi olarak “yeminin bozulması” diyordu, Dünyada geçerli olan Muhtariyeti Tercih Gücü’nün bâtıl yolda kullanılması yeminin bozulması demektir. Biz ayeti günümüze taşıdığımıza göre, “yeminini bozan”ın günümüz için kim olduğunu bulmalıyız. Bu olayı yalnızca o gün için düşünürsek ayeti ötelemiş oluruz. Bu durumda ayeti masal okur gibi okur ve “o zaman öyle olmuş demek ki” der geçeriz. Hâlbuki biz diyoruz ki, bu ayet bugün için de geçerli olduğuna göre benim için ne diyor acaba? Bu sorunun cevabına, birisine göre değil de ayetlere göre bakarsak ipuçlarından birisini yakalarız. Ayetler diyor ki, yemini bozmak Muhtariyeti Tercih Gücü’nü yanlış kullanmaktır, dünyada bu tasarrufu bâtıl yolda kullanmaktır ki bu hal yeminin bozulmasıdır.
Peki, yeminini bozan kimdir, onun adını da koyalım? Yeminini bozan “A” Takdim Formu’dur, yani esfele safiliyn yapıdır. Ona “A” Takdim Formu “BEN” de demiştik, “BEN”li ifade bunun “kimlikli” halidir, yeminini bozan bu yapıya “BEN” diyen değildir. Yeminini bozan bu yapıdır, “A” Takdim Formu’dur, zaten “A” Takdim Formu yemini bozan yapının adıdır. Bu yapı, nefsin şerri yönündeki vehmin zulmeti olan kayıttır. Kuldaki Kendini Hissetme Duygusu bu kayda “BEN” deyince o zaman bu kayıt nedeniyle “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu” meydana çıkar. Önceki paylaşımlarımızda “Kendini Hissetme” konusunun üzerinde epeyce durduk, bakabilirsiniz. Bu geldiğimiz noktada şimdi önemli bir ayırım yapıyoruz: Bir “A” Takdim Formu yapısı var, bir de bu “A” Takdim Formu yapısına “BEN” diyen var. Bunu çok iyi kavramalıyız, bu ilk basamak olarak çok önemli. Bir “A” Takdim Formu var; Esfele Safiliyn yapı dediğimiz, bir de buna “BEN” diyen var. İkisi aynı değil. Bunun ikisini aynı sanmaktır ki insanı tehlikeye düşürür. Çünkü kişi bu ayrımı yapmazsa yatırımını buna [çöpe] yapar ki gafletin büyüğüdür. Allah diyor ki, o çöp olacak.
İnsan ölümden ders almaz. Çöpe yatırım yapar. Oysa kurtuluş Allah aşkındadır
İnsan hayatta hiçbir şeyi ölümü ve çürümeyi gördüğü kadar net görmez. Buna rağmen hiç görmüyor gibi yaşar. Her şeyden ders alır da ��lümden ders almaz veya en az ondan ders/ibret alır. En net bunu görür ki ölüm vardır ve her şey çöp olmaktadır… Bir cenaze olur, ölü evine gider, pide yer, ayran içer sonra iş biter, döner yine çöpe, çöp olacak şeylere yatırım yapmaya devam eder. Ölümle, ölüyle ilgili her şey pide yiyip ayran içinceye kadardır. O iş bitince çöpe yatırıma devam… Cenaze evine veya taziye yerlerine bir kayıt sistemi yerleştirip izleyin, pide ve ayran faslına kadar “rahmetli”den konuşulur, pide ve ayranla beraber konu değişir, “tarla nasıl, araba nasıl, yarın ne yapıyorsun şuraya gidelim mi, yıllardır görüşmüyorduk, ne iyi oldu, gel de gezelim oturalım” başlar; dünya başlar, yani çöpe yatırım başlar. Vehim mekanizmasını suistimal bu işte, bu olmasa dünya olmaz zaten, vehim mekanizması dünya hayatında böyle kullanılıyor işte.
Demek ki bir “A yapı” dediğimiz isyan eden asi yapı var, bir de ona “BEN” diyen var. İşte bu asi yapı yeminini bozmuş kalıptır, formattır. O (Allah’a) yeminini bozmuş bir kalıptır. Bir de ona sahip çıkıp “BEN” diyen var. Ona “BEN” diyenin Kendini Hissetme Duygusu önce o formatı, o yapıyı görür, ona vurulur, o yüzden ilk aşkıdır o. Ona öyle bir vurulur, o öyle bir cezbe oluşturur ki onunla bütünleşir ve ona “BEN” der, bir türlü ondan sıyrılamaz. Nasıl olacak peki? Ondan sıyrılabilmesi için daha büyük bir aşk gerekir. Bu aşk, beşeri olarak Rasulullah Aşkı’dır, hakikatte Allah Aşkı’dır. Ancak bu aşk onu ondan çeker kurtarır. Bu asi yapıya aşktan başka türlü kurtulamaz, ilk aşkıdır çünkü. Kişi bu yüzden küfrüne yani küfre âşıktır. Bu aşkına yani küfre söz de söyletmez. Bu yüzden, kurtulabilmesi için yeni bir aşk lazımdır, o da Allah Aşkı’dır.
Kişinin kendini Napolyon sanması gibi…
Yemini bozanı yakaladık değil mi? “A” Takdim Formu yapısı. Yemini bozan bu yapıya (“A” Takdim Formu’na) “BEN” demek Kur’an’da kalp hastalığı olarak geçer. Kişinin, daha önce saydığımız şahitlik ve yemin bilgilerine sahip kalble/kalıpla esfele safiliyn yapıya (“A” Takdim Formu’na) “BEN” demesine Kur’an’da “hasta kalp” gözüyle bakılır, ona ayet ve hadislerde “kalbi/kalıbı hastalanmış” denir. Eğer kul bu hastalıktan kurtulursa, kurtulmuş kalbin adı değişir, o artık “kalb-i selîm”dir; sağlıklı kalbdir. Demek ki, bu “A” yapıya “BEN” dediği sürece o kalp hastadır ve Kur’an ona hastalanmış (marazlı) kalp der, ayetler onu böyle tanımlar. Peki, bu hastalığın belirtisi var mıdır veya sonucu nedir? Bu hastalığın belirtisi ve sonucu bir iddiadır. Hani klasikleşmiş bir hastalık vardır ya, kişi kendini Napolyon sanar, onun gibi bir iddia ile yaşar. Kişi eski bir palto bulur, elini de Napolyon gibi koyar ve “ben Napolyon’um” der, bir iddiada bulunur. Aslında ne o Napolyon, ne de palto Napolyon’un paltosu. Ama girdiği bu kılıkta onun bir iddiası var; “ben Napolyon’um” diyor. İşte kalp de hastalanınca bir iddiada bulunuyor: Ben de Müstakilen Varım ve Muhtarım! İddia bu: Ben de müstakilen varım ve muhtarım.
Risalet yani doğru iman olmazsa,
amelleri şeytan kullanır

Karşı tarafın, ayetleri yalanlayanların bir özelliği bu: Yemini bozmak. İlk ipucu buydu. Tevbe Suresi 14. ayetteki ikinci ipucu şuydu: Efendimiz (SAV)in ihraç edilmesi; daha net söylersek, Efendimiz (SAV)in risaletinin ihraç edilmesi. Efendimiz (SAV)in risaleti “A” Takdim Formu’nun yaşantısına uymadığı için o hayatından risaleti ihraç etmiştir. Onda, orada Efendimizin Risaleti yoktur, onu ihraç edip çıkarmıştır. Hayatında yemini bozan da, Efendimizi ihraç eden de kimmiş? “A” Takdim Formu. “A” Takdim Formu”nun ihraç ettiği şey Efendimizin Risaleti. “A” Takdim Formu yapısı bu risaleti ihraç ediyor. Bunu biraz açalım.
Ayetler diyor ki, sizi cennete götürecek olan ameldir. Ama doğru düşünürken, doğru inanırken yapılan amel, yani Salih Amel. Dikkat ediniz, “A” Takdim Formu dediğimiz asi yapı ameli (yani nübüvveti)  ihraç etmiyor, risaleti (yani doğru imanı) ihraç ediyor, ayet bu yüzden “onlar er-Rasul’ü ihraç ediyor” demektedir. O yapı En-Nebi’yi ihraç etmiyor. İhraç edilen er-Rasul, onu ihraç ettiler. “A” Takdim Formu risaleti neden ihraç ediyor. Doğru inanmaman için! Doğru düşünmemen için! Doğru düşünmeni istemiyor, ona katlanamıyor. Bu yüzden diyor ki; doğru düşünme de ne yaparsan yap. Hac’ca git, Umre’ye git, hayır yap, namaz kıl, yeter ki doğru düşünme. Zaten o yapı er-Rasul’ü senin hayatından ihraç ederse, senin amelini şeytan kullanır, salâtı da hayrı da, tüm yaptıklarını onun için yapıyor olursun. Amel onun kullanacağı bir malzeme, bu yüzden nübüvveti, amelleri yani en-Nebi’den öğrendiğimiz uygulamaları ihraç etmiyor. Ayet böyle söylüyor, onlar er-Rasul’ü ihraç ediyorlar. Evet, bu da “A” Takdim Formu yapısı için bir ipucuydu, bu ipucunu da yakaladıysak bugünkü paylaşımı bir müjdeyle bitirelim.
Enfal Sûresi 33: “Halbuki sen onların içindeyken Allah onlara azab vermezdi. Ayrıca istiğfar edenler de varken Allah onlara azab verici değildir.”
Buradaki gizli bir müjdeyi fark ettiniz mi? Eğer bir kalıpta er-Rasul yani risalet mevcutsa, hele bir de kişi tövbeyle meşgulse Allah ona azab edici değildir. Ama “A” Takdim Formu yapısı bunu bilmez. Niye? Çünkü o yapı şeytaniyettir. Ayette gördük, ona bu bilgi işlenmemiştir. O yüzden, esfele safiliyn yapı yaptığına tereddütsüz inanır, çok kuvvetli inanır. Çünkü bu bilgi onda yok: “Oysa Sen (Rasulüm, risaletinle) onların içindeyken Allah onlara azab edici değildir.”
Bütün bunları böyle anladıktan sonra, şimdi lütfen hayatınıza, ipuçlarına dikkat edin…

İNŞİRAH -44-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti