Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

TEKASÜR VE CEHENNEME İNANCIMIZ – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 1 Mayıs 2017 Pazartesi 13:23:07
 

-88-
Günümüzde bilim adamları “Var Gibi görünenler”in perde arkasının hologram gerçeği olduğunu fark ettiler. Bunun anlaşılmasından şöyle bir yanlış sonuç çıkarılıyor. Bazıları bu bilgiye bakarak “O halde var dediklerimiz aslında yoktur” diyorlar. “Var dediklerimiz aslında yoktur” demelerine sebep, kesret nûrunun görüntü oluşturma mekanizmasını duymuş olmaları. Yani bugünkü açıklamalarla hologram prensiplerini fark etmeleri. Birbirlerine Göre Var olan hâlin detayında bir hologramın olduğunu, onların birer görüntü oyunu olduğunu görüp “Öyleyse onlar yok” sonucunu çıkarmaları. Oysa bu bilgiden bu sonuç çıkmaz. Ancak felsefeciler ve felsefecilerin etkisinde kalıp da tasavvufla meşgul olanlar (işlerine geldiği için) bu sonuca varıyorlar. Oysa bu çalışmalarla meşgul bilim adamları bu sonuca varmazlar, onlar bizim söyleyeceğimiz sonucun benzerini bulurlar; derler ki: “Siz Birbirlerine Göre Var olan hâli esas zannediyordunuz ama biz onların aslında birer görüntü oyunu olduğunu fark ettik.”
Önem veriyorsunuz ya; o önemler aslında yok!
Onların bilimsel dille “hologram görüntüler” dedikleri, bizim dilimize göre kesret nûrunun görüntü oluşturma mekanizmasıdır. Buradan bizim için varılacak sonuç şudur: Sizin Birbirlerine Göre Var olan hâle verdiğiniz bir önem var ya, işte o önem yok. O varlık yok değil, sizin ona yüklediğiniz önem yok. Siz ona “Müstakilen VAR ve Muhtar” diyordunuz. Bilimsel çalışmalardan onun bir görüntü oyunu olduğu anlaşıldı, o zaman “öyle Müstakilen VAR ve Muhtar bir yapı yok” mânâsı çıkar. Yok olacak şey, sizin o görüntüye yüklediğiniz bu önem, o önem yok! Bir kişi kendisini size doktor tanıttı, muayenehane de açtı. Siz de ona bazı önemler verdiniz, ilgilendiniz. Muayenehaneye giden gelenler var. Öğrendiniz ki belgesi sahteymiş. Belgesi sahte diye o insana yok diyemezsiniz. Bu durumda sizin ona verdiğiniz değer yani ona verdiğiniz doktor etiketi yok olur. Buradan anlaşılan da esas odur; Birbirlerine Göre Var olana verdiğiniz önem yoktur. O önem neydi? Biz ona diyorduk ki bu varlık müstakilen vardır ve muhtardır. İşte bu yok. Bilim adamları bilimsel çalışmalarla aslında bu sonuca ulaşmışlardır. Maalesef tasavvufçular ulaşamamıştır.
Neye “La ilahe” diyoruz
İstikametini merak edenin öğrenmesi için şunu hatırlatmak isterim. Eğer kişi tâlipse, “Ben Hakk yolla ilgileniyorum, bu amaçla okuyorum, dinliyorum ama doğru kulvarda mıyım?” diye yolunu, yöntemini sorguluyorsa ona bir ipucu verelim. Çünkü bu kulvarda birçok yöntem ve anlatımla karşılaşabilirsiniz. Size doğru kulvarı gösterecek işaretlerden birisi şudur: Kim, nerede, ne anlatırsa anlatsın öğüdü size “Lâ ilahe illallah” olacağı için, bunu öğütleyenin neye “Lâ ilahe” dediğine bakmak lazım, onun “Lâ ilahe” dediği şey nedir? Şöyle olması lazım, ki bu tanım başlangıç içindir, en alt çizgidir. Lâ ilahe illallah’ın, Kelime-i Tevhid’in idrak olarak söylenecek en alt çizgisi şudur: Müstakilen VAR ve Muhtar yoktur, İlla Allah. Ancak Allah Müstakilen VAR ve Muhtar varlıktır. Ancak bu kabulden sonra insan yeni “Lâ ilahe illallah” tarifleriyle bu yolda ilerler. Ama en alt çizgi, ilk idrak budur: Müstakilen VAR ve Muhtar güç ancak Allah’ındır; Lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâhil aliyyil aziym. “Lâ ilahe” ve “Lâ havle” ile O’nun dışında müstakilen var ve muhtar zannedilen güçleri reddederiz. O’nun dışında gördüğümüz güçleri reddetmiyoruz, “Dışında zannederek” gördüğümüz güçlerin hepsinin Biiznillah O’na ait olduğunu, O’ndan olduğunu ilan ediyoruz. Ama o güçlere müstakillik verilmişse, “Müstakilen VAR ve Muhtar” denmişse işte o zanna “Lâ ilahe” diyoruz, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâh” diyoruz. Dolayısıyla en önemli soru budur; kişi neye “Lâ ilahe” diyor veya siz neye “Lâ ilahe” diyorsunuz? Başka tanrılara “Lâ ilahe” demek çok eski idrakların anlayış biçimidir. Eğer bir kişi böyle “Lâ ilahe” diyorsa, elbette onu önce o bakış açısından kurtarmak gerekir. Onun “Lâ ilahe” için en alt basamağı odur, ona daha ileri konular sonra anlatılır. Dünyada hâlâ öyle putu olanlar var. Ama kişinin öyle bir putu yoksa ne yapacak, ki bir müslüman için öyle bir put yok, onun başlayacağı en alt çizgi nedir? Onun “Lâ ilahe” diyeceği başlangıç çizgisi kendisinde bulunan bu iddiadır. O “Lâ ilahe” demekle “Müstakilen VAR ve Muhtar değilim” demiş olacaktır. Müslüman kendisindeki esfele sâfiliyn yapıya ait iddiaya, dûniHİ algının zannları olan iddiaya “Lâ ilahe İllallah” demelidir. Birbirlerine Göre Var olan hâlin kesret nûrunun görüntü oluşturması olduğunu fark edenin varacağı sonuç budur; kişinin kendisinin yokluğu değildir.
“Tekasür”e dikkat
Kur’ân-ı Kerim Birbirlerine Göre Var hali çok anlatır ve bütün bu anlattıklarımızı bir kelimede özetler: Tekâsür. Tekâsür Sûresi tamamen bunu anlatır. Tekâsür içinde birçok mânâyı barındıran bir isimlendirmedir. Öncelikle Birbirlerine Göre Var olan görüntülerin/varlıkların oluşturduğu çokluğu, Birbirlerine Göre Var olan kulların “Müstakilen VAR”lık zannını ifade eder. İçerdiği mânâların birisi budur. Birbirlerine Göre Var olanlar çokluğu, çokluk âlemini, kesret âlemini oluştururlar ve kendilerini “Müstakilen VAR” zannederler. Tekâsür’ün taşıdığı bir diğer mânâ ise, Birbirlerine Göre Var olanların kendilerini “Müstakilen VAR ve Muhtar” zannettikleri algıya göre bir hayat tarzı kuruntusu oluşturduklarıdır. Tekâsür böyle bir kuruntu mânâsını da içerir. Zaten insanın içini yiyecek olan o kuruntudur. Kişi Birbirlerine Göre Var olana “Müstakilen VAR ve Muhtar” dediği ve bu inanışa göre de hayat tarzı oluşturduğu için, onun da yarışını yaptığı için kuruntuları başlar. Tekâsür özellikle buradan gelen kuruntuyu ifade eder. Aslında saydığımız mânâların hepsi birbirleriyle ilgili olup devam eden mânâlardır. Öyle olunca bu elbette Birbirlerine Göre Var’ın yarışını getirecektir. Bu yarışın kendine göre bir kazananının olması tekâsürün bir diğer mânâsını oluşturur; Birbirlerine Göre Var’ların gururu ve övünmesi! Kur’ân’daki tekâsür ifadesi bu mânâların hepsini, hatta fazlasını içerir. Belki ileride bunlara birkaç mânâ daha ekleyeceğiz.
Mezar ziyareti dahil,
ziyaretlerimize dikkat edelim!

Tekâsür Suresi 1, 2: “Tekâsür sizi o kadar oyaladı ki, (mezarlarınızla ve mezarda yatanlarla övünmek için) mezarları ziyaret ettiniz.”
Bu âyetler bize sesleniyor: Sizi bu tekâsür o kadar oyaladı ki az önce saydığımız mânâlar dünya hayatında sizi öylesine oyaladı ki kalkıp mezarlara bile gittiniz. Dünya yaşantısındaki yarış yetmedi, mezarlarınızla, mezarda yatanlarla övünmek için oralara gidip törenler yaptınız. “Şu adamımız da var, o şöyle yapardı” diye onu da yarışa kattınız. Tekâsür Sûresi iş bu raddeye gelince yani iyice haddi aştıklarında gelmiştir.
 Bu sûreden kendimize çıkaracağımız derslerden birisi buraya kadar anlattıklarımızdır, yani Birbirlerine Göre Var olan esas değildir. Esas değildir ama kişiyi en fazla o oyalar, o seni bir yarışa sokar. Sahibi diyor ki, buna aldanma! Çıkaracağımız sonucun birisi de budur. Bir diğeri de mezar ziyaretlerimizdir, onu gözden geçirmek, dikkatle ele almak gerekiyor. İnsan ziyaretleri de dâhil bu kapsamda ne yapıyorsanız yeniden ele almanız lazım. Gittiğimiz yerde, yaptığımız ziyarette oradakinin de, oraya gidenin de “Müstakilen VAR ve Muhtar” olmadığını bilerek dikkat etmek lazım. Sizi Allah’la ilişkilendirmiyorsa, îmanınızı artırmıyorsa, îmanınıza bir katkısı yoksa, salât ikamenize yani namaz kılmanıza bir faydası yoksa, Lâ ilahe İllallah Kelime-i Tevhidi’nize bir katkıda bulunmuyorsa o ziyaret boştur, hesabını mutlaka vereceksiniz. Hesabını vermeden önce âhirette birçok kıvırmalar yapacaksınız; “Ben gitmeyecektim, şu götürdü, şöyle yaptı” gibi bir sürü mazeret üreteceksiniz. Çocuklar anne babalarını; anne babalar başkalarını, eşler birbirini suçlayacak. Orada şaşıracağınız şekilde dostluk kalkmış, suçlamalar başlamış bir manzara görürsünüz. Şimdiden dikkat edip tedbirimizi almak gerekir.
Fâtiha yazılarımızın ve “FATİHA ile fetih” kitapçığının “Mâliki YevmidDiyn” kısmında bir manzara paylaştık. İnsanlar yeniden diriltildiklerinde “Kim bizi bu yattığımız yerden kaldırdı!” diye şaşkın şaşkın, gözleri korkudan pörtlemiş, rengi mosmor olmuş koşarken, sakin sakin yürüyenleri görürler; yüzleri parlıyor, sakin bir halde yürüyorlar. Bunu Kur’ân anlatıyor, Sahibi söylüyor. Onlara “Nasıl bu kadar rahat ve sakinsiniz, niye böylesiniz?” dediklerinde, onlar derler ki: “Bize Rabbimiz bunları yaşarken söyledi. Bugün ve bu yaşananlar bize sürpriz değil ki. Biz zaten biliyorduk, buna göre tedbirimizi aldık, öyle yaşadık, zaten bugünü bekliyorduk, esas hedefimiz buydu, bugün için istasyonda bekliyorduk. Orası bir ağacın gölgesi gibiydi, oturmuştuk, geçti gitti. Bugün bizim günümüz.” Bunları söyleyenleri o gün orada çok rahat davranıyor görecekler. Neden? Çünkü onlar tedbirini şimdi almışlar. İnşâAllah Rabbim lutfeder de tedbirini O’nun razı olduğu şekilde alabilmemizi nasip eder, âmin.
Cehenneme yeterince inanıyor muyuz?
Sûreye devam edelim. Birbirlerine Göre Var olanlarla oyalananlar için, onları esas zannedip onun gururuna kapılmış, onun yarışına girmiş, hatta doyamayıp mezarlara gitmiş olanlar için diyor ki; “Hâyır, (yaptığınız hatayı, düştüğünüz yanılgıyı) yakında bileceksiniz! Sonra (yine) yakında bileceksiniz.” (Tekâsür; 3-4)
“Yakında bileceksiniz!” diye hem üçüncü hem dördüncü âyette iki kez uyarıyor. Kur’ân’da birkaç yerde “yakında görecekler, yakında bilecekler” vardır ve bu uyarı iki kez tekrarlanır. Böyle bir “iki kez” de İnşirah Sûresi’nde vardır ama müjde olarak. Sûrenin dört ve beşinci âyetleri “Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Kesinlikle her zorluktan sonra bir kolaylık vardır” der. İnşirah Suresindeki tekrarlama mü’minler içindir, Tekâsür Sûresi’ndeki ise yanlış yolda olanlar için: Yakında bilecekler, yakında öğrenecekler. İki kez söylenmiş olmasının çeşitli anlamları var, ama aklımızda kalacak ilk mânâ şudur: Bir ölürken, bir de hesap zamanı tekrar dirildikten sonra iki kere bu gerçeği acı bir şekilde öğrenecekler, iki kere görecekler. Onlara (Rabbim muhafaza buyursun) iki zorluk gözükürken, müslümanlara müjde var; bir zorluğa iki kolaylık.
“Eğer (yukarıdaki uyarıyı) ilmel yakîn bilseydiniz (yaşarken) cehennemi görürdünüz.” (Tekâsür; 5, 6)
Tekâsür Sûresi 5. ve 6. âyetler müslüman için çok dikkat etmesi gereken bir uyarıdır. İnanmayanlar onları okumayacağına göre bu bize!: “Eğer ilmel yakîn inceleyecek olursanız cehennemi görürsünüz.” Bu âyeti okuyunca kendimize şu soruyu sormalıyız, sonra da kendimizi kandırmadan dürüst bir şekilde cevap vermeliyiz:
Ben cehenneme yeterince inanıyor muyum? Ona yeterince inanıyor muyuz?
Cehenneme yeterince inanmıyoruz. Cehenneme yeterince inanan insanın hali çok başka olur. Cehennemden anlatılan korkunç hallerin küçücüğünü dünyada görünce çıldırmış gibi kaçıyoruz ama cehennemle ilgili bir kaçışımız, bir telaşımız yok! Demek ki yeterince inanmıyoruz. Oysa Kur’ân’da şöyle bir kural var: Ahirete îman sonra şekillenecek birşey değildir, işin başlangıcıdır. Bunu geniş bir şekilde Mâliki YevmidDiyn bölümünde paylaştık. Efendimiz (SAV) tebliğini yaparken Rabbimiz buyuruyor: “Sen ancak âhirete îman edenlere işittirebilirsin, bu tebliği âhirete îman edenlere yapabilirsin, senin peşinden âhirete îman edenler gelir.” Demek ki âhirete îman daha başlarken şart. Çünkü daha sonra âhirete îman yetmez, ikan gerekir.
Kur’ân’dan öğreniyoruz ki, “Onlar/müttakiler âhirete ikan halindedirler.” Bu ne demektir? Onlar gözle görür gibi inanırlar. “Duyduk ta, varmış ta” değil, gözle görür gibi inanırlar. Tekâsür; 5 ve 6 diyor ki; eğer işi görebilseniz, ilmel yakîn inceleyebilseniz veya ilmel yakîn inceleyenlerden bakıp inceleseniz cehennemi böyle görürdünüz.
“Yemin olsun ki, (zamanı gelince) onu aynel yakîn göreceksiniz.” (Tekâsür-7)

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER