Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Sezer Küçükkurt

UNUTULAN MEVLEVİ MİRASIMIZ

Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu’nun toplantısı için Konya’daydık. Mevlana Celalettin-i Rumi’nin manevi huzurunda ferahlık bulurken, Mevlevilik adı altında sergilenen aşırılıkları da bir kez daha gördük. Bu başka bir konu.
Bu vesile ile bir kez daha gördük ki, ilim insanları nezdinde hakkıyla bilinen bir yer olan Afyonkarahisar Mevlevihanesi toplum tarafından yeterince bilinmiyor. Konya’da bile Mevlevi kültürü anlatılırken, neredeyse Afyonkarahisar’ın adının zikredilmesinden özellikle imtina ediliyor.
Mevlevilik, Hz. Mevlana ve Mevlevihaneler konusunda araştırma yapanlar, edebiyatçılar, Mevlana muhibbanları Afyonkarahisar Mevlevihanesinin önemini biliyorlar. Ama geniş kitlelerin yeterince tanıyıp bildiğini söyleyemeyiz.
Konya’dan döndüğümüzde Afyonkarahisar’ın son Mevlevi temsilcilerinden Zahit Sagun beyefendinin vefat haberiyle karşılaştık. Afyonkarahisar’daki Mevlevi kültürünü yeniden zihnimizde canlandırmaya çalışırken birkaç okumamız da oldu.
Hal böyle iken, “Afyonkarahisar’da unutulan Mevlevi mirasımız” başlıklı bu okumuş olduğunuz yazı da kendiliğinden ortaya çıkıverdi.
YETERİNCE TANINMIYOR, BİLİNMİYOR
Hz. Mevlana mirasının unutulan ikinci adresi Afyonkarahisar Sultan Dîvanî Mevlevihanesi her gün yüzlerce ziyaretçisini ağırlıyor.
Kuruluşu 13. yüzyıla dayanan ve Anadolu’nun ilk Mevlevihanelerinden olan Sultan Dîvanî Afyon’un en sevimli mekanlarından birisi… Bir huzur mekanı. Ehlince bilinen, Konya Mevlevihanesinden sonra en önemli Mevlevihane ne yazık ki yeterince bilinmiyor, tanınmıyor. Başka Mevlevihanelerde olmayan, 500 yıllık bir geçmişi bulunan ’40 Hatimli Şifalı Aşure’ geleneği bile Afyonkarahisar Mevlevihanesi’nin tanınması/bilinmesi için başlı başına bir sebep aslında.
EŞSİZ BİR MİRAS. MEVLEVİLİK
BURADAN DOĞUYOR
Afyonkarahisar Mevlevihanesi yaklaşık 12 yıl önce yenilenip bugünkü haline kavuşurken, şu günlerde artık yeniden “genişlemesi/güzelleşmesi” gerektiği fikirlerine ev sahipliği yapıyor.
Mevlânâ, 6-7 yaşlarında olan oğulları Sultan Veled ve Alâaddin Çelebi ile birlikte Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kale Muhafızı Bedrettin Gühertaş’ın davetlisi olarak Afyonkarahisar’a gelir. Çocuklarını burada sünnet ettirir.
Sultan Veled yetişince kızı Mutahhara Hatun’u, Germiyanoğlu Süleyman Şah’a (Afyon’a) gelin verir. Hem Mutahhara Hatun’un burada olması hem de Mevlana’nın diğer torunu Ulu Arif Çelebi sayesinde Afyon’da Mevlevîliğin temelleri ilk olarak atılmaya başlanır.
1270-1300 yılları arasında kurulan Afyon Mevlevîhanesi Konya’dan sonra ikinci Mevlevîhane olur. Ulu Ârif Çelebi’yi Afyon’da misafir eden Sahipataoğlu Ahmed Bey, ona olan muhabbet ve hürmetin bir ifadesi olarak bu binanın yerine, daha elverişli bir planda olmak üzere ahşaptan bir dergâh inşa ettirir. Böylece faaliyetlerini daha geniş imkânlarla yürüten Afyon Mevlevîhanesi, Germiyan Beyi I. Yakub Çelebi zamanında da layığı veçhile himâye ve destek görür. Faaliyet harcamaları için Büyük, Orta ve Küçük Kalecikler, Kışlacık, Deper, Kozluca, Çukurköy gibi köyler 1316 yılında Mevlevîhane’ye vakfedilir. Daha sonraki dönem idarecilerince de yapılan ilâve vakıflarla Mevlevîhane, sosyal ve kültürel alanlardaki etkinliklerini başarı ile sürdürür. Ancak kurumsallaşması Mevlânâ Hazretleri’nin 7. göbekten torunu Sultan Divanî olarak bilinen Mehmet Semai Hazretleri dönemine rastlar. İlk defa bu dönemde Muharrem ayında halka 40 hatimli dua ile pişirilen şifalı aşure dağıtma törenleri başlar. 1520’li yıllarda başlayan şifalı aşure geleneği, Cumhuriyet döneminde bir süre kesintiye uğrasa da 1990 itibarıyla günümüze kadar ulaşır.
BİR BÜYÜK AFYONLU: SULTAN DİVANİ
Vatan şairimiz Namık Kemal’in annesi Fatma Zehra Hatun’un da mezarı bulunan bu güzel mekan, Hz. Mevlana’nın iki oğlunun Afyon’da sünnet olması, kız torununun Afyonkarahisar’a, Germiyanoğlu Süleyman Şah’a gelin gelmesiyle birlikte Çelebi sülalesinin bu topraklarda yaşıyor olması nedeniyle Mevleviliğin ikinci merkezi olarak adlandırılıyor.
Özellikle 16. yüzyılda Sultan Divani zamanında, Mev-levihanenin icraatları ve Sultan Divani’nin teşkilatçılığı bugünkü manada “Mevlevilik”in oluşmasını sağlamış aslında.
Hz. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled zamanında Afyon’da Mevleviye tarikatinin alt yapısının oluşmaya başlaması, ardından Sultan Veled’in oğlu Ulu Arif Çelebi’nin Afyon ve diğer vilayetlere seyahatleri Mevlevi kültürü açısından büyük önem taşıyor. Ulu Arif Çelebi, Mevleviliğin kuramsallaşması gayretiyle bir çok seyahatte bulunuyor. Evkaf-ı Humayun Nezaret-i Celilesi’ne yazılan 15 Nisan 1903 tarihli belgede verilen bilgiye göre, Afyon Mevlevi Dergahı’nın 1294-95 yıllarından itibaren asitane olarak bulunduğu belirtiliyor.
Afyonkarahisar’ın manevi büyüğü Sultan Divani hazretleri Hz. Mevlana’nın yedinci kuşak torunlarındandır. (Türbesi Mevlevi Camii içindedir) Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye sahip olmamakla beraber, 1448 veya 1471 tarihlerinden birinde doğmuş olduğu tahmin ediliyor. Sultan Dîvânî’nin, “Şiirleri” ve “Tarîkat’ül Arifîn” adlı tasavvufî bir risalesi mevcut. Babası tarafından veliahd tayin edilen ve şeyhlik makamına oturtulan Dîvâne Mehmed Çelebi, denilebilir ki Mevlevîlik tarîkatinin Bânî-î Sânîsidir, yani İkinci Kurucusudur. Mehmet Çelebi çok güzel semâ ettiği için babası tarafından “Semâî” lakâbı verilmiş, kendisi de şiirlerinde “Semâî” mahlasını kullanmıştır. Kendisine “Dîvâne” de denmiştir. Bu Farsça sıfat, “Hak yolunda kendinden geçen, aklını kaybeden, ilâhî aşkın etkisiyle hayrete düşen, şaşırıp kalan” anlamlarını içermektedir.
Yaygın olarak kullanılan diğer lâkabı “Dîvânî” ise; Timur tarafından Semerkand’a götürülen, daha sonra da Şah İsmail’ce Tebriz’e nakledilen Mevlâna’nın Eseri “Dîvan-ı Kebir”i rüyasında gördüğü Hz. Mevlâna’nın manevî işaretiyle Tebriz’e gidip getirmesinden dolayı verildiği tahmin ediliyor.
1500’lü yıllarda yaşadığı rivayet edilen Sultan Divan-i, gördüğü rüya üzerine Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’le birlikte İran seferine katılır. Divan-i Hazretleri’nin, Timur tarafından Konya’dan kaçırılan Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’den sonra en büyük eseri sayılan Divan-ı Kebir’i de Safevi Hükümdarı Şah İsmail’den geri alarak Konya’daki dergâha gönderdiği rivayet edilir. Mevlevîlikte Gülbank duası sırasında Hazreti Mevlânâ’dan sonra ikinci pir-i sani olarak Sultan Divan-i’ye de dua edilir.
Sultan Divani, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinde büyük yararlılıklar gösteren, Yavuz ve Kânûnî başta olmak üzere bir kısım üst düzey devlet ricali üzerinde tesiri bulunan bir ulu kişi. Manevi alemdeki yüceliği kadar, siyaset ve cenk alanında da mahir bir üstad. “Alperen” kelimesinin vücut bulmuş hali adeta.
AFYON’UN DÖRT BİR YANINDA
“KARDEŞLER” YATIYOR
Afyonkarahisar’ın dört bir yanına dağılmış bulunan ve bu memleketin “tapu senetleri”nden olan “yatırlar”ımızın bir çoğu Sultan Divani’nin yoldaşlarına ev sahipliği yapıyor. Mevlevi-Bektaşi kardeşliğinden oluşan yol arkadaşlığı ebedi alemde de sürsün diyerek, kabirlere Sultan Divani’nin İran seferinde yer alan dervişlerden, bir Mevlevi dervişi, bir Bektaşi dervişi koyun koyuna yatırılmış Afyon’un dört bir yanında. Ayaktekkesi, Dedeli Han, Devrane Sultan gibi mekanların bu kardeşliğe ev sahipliği yaptığı bilinir. (Çiltenan Geleneği denilen bu kardeşlik kültürünü ayrıca işleyelim inşaAllah)
Sultan Divani ile Afyonkarahisar Mevlevîhanesi’nin en büyük özelliklerinden birisi de Asitane denilen çile çıkarılabilen 15 Mevlevîhane’den birisi olması.
Asitane denilen çile çıkartma 1001 gün sürer. Bu dönemde, insan ahlâkının olgunlaşması için bir dizi merhalelerden geçilir. Çile çıkarmak için Mevlevîhaneye gelen, ‘can’ adı verilen şahıs, ilk 3 gün ‘Matbah’ denilen Mutfak’ta bulunur, olan bitenleri izler. Eğer çile için kalmaya karar verirse bunu Kazancı Dede’ye söyler. Kazancı Dede, Mevlevîhanenin şeyhinden sonra en önemli şahıstır. Mutfak, görünüşte yemek pişiriliyor gibi dursa da Kazancı Dede’nin rehberliğinde ham olan insanın piştiği yerdir.
UNUTULAN GELENEKLERİ YENİDEN
ÖĞRETEN AFYONLULAR OLDU
1902 yılındaki büyük yangında Afyonkarahisar’daki bir çok yapı gibi Mevlevihane de yanmış. Bugün siyasetin 1 numaralı tartışma konusu haline getirilmeye çalışılan Ulu Hakan Sultan Abdülhamit Han’ın himmet, gayret ve desteği ile yeniden ayağa kaldırılmış. Öyle ki Afyonkarahisar Mevlevihanesi’nin ana kapısı, bizzat Sultan Abdülhamit Han’ın el emeğiyle hazırlanmış bir sanat eseri olarak bugün de misafirlerini karşılamakta.
1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunuyla Mevlevîhane dergâh olarak kapatılsa da cami olarak hizmet vermeye devam eder.
Türkiye genelinde Mevlevilik, sema gibi kavramlar neredeyse unutulmaya yüz tutmuş iken, Konya’da bile bir sema ekibi bulunamazken 1950’li yıllarda Afyonkarahisarlı Mevleviler Konya’ya giderek sema çıkarmışlar. Afyon’dan Konya’ya semazen ve mıtrip heyetinin gönderilişleri 1960’lı yıllara Konya kendi ekibini yetiştirene kadar devam eder.
İşte geçtiğimiz günlerde ebediyete uğurladığımız Zahit Sagun bu “efsane” ekibin, Sema’yı yeniden Türkiye’ye öğreten/kazandıran ekibin hayattaki son temsilcisi idi. Allah rahmet eylesin.
***
1960’lı yıllarda, Konya Şeb-i arus etkinliklerinin ardından ikinci adres olarak Afyon’da da törenler yapılırmış. Şimdi böyle bir gelenek ne yazık ki yok. Belki önümüzdeki dönemlerde olur… Olur da; Afyonkarahisar “Mevleviliğin ikinci merkezi” sıfatının içerisini doldurmaya başlar diye umuyoruz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti