Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

Nefs Terbiyesi 4

Nefs terbiyesi ile hedeflenen şey aslında nefse zulmeden bir algıdan ve o algının ürettiği zanlardan (heva ve hevesten) kurtulmaktır. O algı ayetlerimizde “dunihi” veya “dunillah” kelimesi ile ifade edilmektedir. Peki, nefs terbiyesi adı altında kurtulmamız gereken bu dunihi algı ve zanları nasıl çalışıyor? Bize bu dünya hayatı ile sınırlı olarak emaneten verilen yetki olan Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi ile çalışır. Bu yetki Hak ile Batıl arasında bir tercih özgürlüğüdür. Bu durumda karşımıza iki tip özgürlük yani hürriyet çıkar: Billahi veya Dunihi anlamda hürriyet.
Kendilerine emanet edilen bu yetkiyle hayatlarını duniHi anlamda hürriyetle dizayn edenleri, Yunus-36, Kasas-50, Necm-28 ayetleri şöyle anlatır: “Onlar ancak zann’larıyla aklederler, heva ve heveslerine uyarlar.” Bu ayetlerimizdeki manayı biraz açalım: Böyle yaşayan kullar, duniHi algı ve zannlarının esiri oldukları için yani “müstakilen varım ve muhtarım” iddialarını esas kabul ettikleri için sadırlarındaki zann havuzları çok kuvvetli ve yayılımcıdır, yani sadırlarındaki zann havuzunun işgal etme özelliği kuvvetlidir ve uygulamada da baskındır. Bu halleriyle de onlar sürekli heva ve heves üretirler. Bu kullarda Sadır Zann Havuzunun etki alanı öyle genişler ki yani duniHi algı ve zannları sadırdaki zann havuzunu öyle kuvvetli işgal eder ki kul sadrındaki zannları sahiplenir; kul bu zannlara sahip çıktıkça da bu işgal artar, bu sahiplikle beraber kulun sadrındaki zann havuzu kuvvetlenir. İşgalin, kuvvetin, yayılmanın artmasıyla heva ve hevesler çoğalır, bu çoğalma sonucu zann havuzu kalbin üstünü kaplar ve formatlar (kalbin üstüne, kalbin bilgi platformuna format atar). Mutaffifin-14, Nur-50, En’am-25, İsra-46 ve Kehf-57 ayetleri bize kalbin bu şekilde formatlandığını bildiren ayetlerdir. Kalbin bilgi platformu formatlanınca sahte bir kalp yani sahte bir bilgi platformu oluşur (Sahte Kalp Bilgi Platformu). Oluşan sahte kalp bilgi platformu kalbe ait değildir, kalbin hakimiyetinde de değildir; duniHi algı ve zannlarının hâkimiyeti altındadır. Ama ne yapacağının emrini kalpten alan beyin bu durumu bilmez, işlev olarak kalpten gelen bilgileri fiile dönüştürdüğü için, sahte kalp platformundan gelen bilgileri kalpten geliyor zannederek fiile dönüştürür. Bu işi kalpteki fuad mekanizması yapar. Fuad, kendisine gelen verileri Hakk ve Batıl diye ayırmaksızın ona ne veri/bilgi gelmişse onunla analiz yapar ve bir sonuca ulaşır, sonra eğer fiile dönüşmesi gerekiyorsa bu sonucu beyne bildirir. Ama her halükârda fuad mekanizması bir sonuç çıkarır. İşte kalbin üzerini formatlayarak sahte kalp bilgi platformunu oluşturan duniHi algı ve zannları fuada zannları bilgi olarak gönderince fuad bu zannî bilgileri değerlendirir, bir sonuca varır ve onları beyne iletir ki o doğrultuda işler oluşsun. Böyle yaşayan (duniHi algı ve zannlarıyla hareket eden yani duniHi anlamda hürriyeti kullanan) kişi hem bu halde yaşayıp hem de nefs terbiyesi yapamaz, nefsini temizleme yolunda ilerleyemez. Çünkü bu kişi zannlarıyla akletmektedir. Zanlarıyla aklederek yaşamayı tercih edenlere yol kapalıdır (Yılmaz Dündar, Nefs Terbiyesi).
Dunihi algı ile üretilen zann ve zannlar, şeytanın (şeytanlığın) vesvese veri tabanının gereğidir ve dunihi algıda çalışır (o algıyla aktifleşir). Nefs terbiyesi sürecinde Billahi manada iman ve hürriyetle yaşamaya gayret edenlerin hayatında dunihi zanlar ve bunlardan kurtulma yöntemlerinden bahsedilmediğini görürüz, çünkü onlarda dunihi algı olmadığı için dunihi zanlar ve bu zanları uyaran vesvese etkili değildir.
Dunihi algının en önemli ve en tehlikeli çıktısı “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıdır, bu iddia fark edilmeden ve onunla mücadele edilmeden nefs terbiyesi yürümez. Yürüyor sanılan bu tip nefs terbiyesi yöntemleri kişiyi cehenneme sürükleyen bir algı ile yapılmaya çalışıldığından, dindar görünümlü de olsa yanlış/batıl hayat tarzları geliştirirler. Bu yüzden, hep üzerinde durmaya çalıştığımız önemli noktalardan birisi, dunihi algı sonucu oluşan “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası ve İlahlık Hissiyatı ile yaşantıdır. Neden hep bunun üzerinde duruyoruz? Çünkü bu iddiayı çok iyi tanımamız gerekiyor ve bu iddiadan kurtulmamız gerekiyor. İşte biz bu iddiayı nasıl çok iyi tanır ve ondan nasıl kurtuluruz, bunu hayat tarzı haline getirmeye çalışıyoruz.
“Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ile İlahlık Hissiyatı içerisinde hayat sürerken yaptığımız hiçbir amelin Allah indinde karşılığı yoktur. Öyle olunca, kişi bu iddiasıyla hayır yaptığını, namaz kıldığını, hacca gittiğini, nefs terbiyesi yaptığını düşünebilir ancak iş öyle değildir. Anlamaya çalıştığımız iki hayat tarzını (Billahi manada hürriyet ve dunihi manada hürriyet yaşantısını) bilmek ve daima Billahi manada hürriyeti tercih ederek duygu düşünce, konuşma ve davranış üretme gayretinde olmak nefs terbiyesi sürecinde başarı için elzemdir.
Nefs terbiyesi sürecinde biz, dunihi algı ve zanlarının ürettiği “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası ile yaşamayı kuvvetlendiren ilahlık hissiyatını da çok önemsemeli, bu hissiyattan kurtulmuş olarak yaşamayı hedeflemeliyiz. Dunihi algı ve zanları ile yaşayan bir inanan, her ne kadar ilahın tek ve Allah olduğunu söylese de bunan hiç şüphesi olmasa da farkında olsun olmasın, kendini Allah yanı sıra ilah edinir, bu hissiyatla yaşar, Allah’la birlikte başka ilah ilan etmek aslında budur. Elbette hiçbirimiz “ben kendimi ilah ilan ediyorum, bu hisle yaşıyorum” demeyiz ama göstergeler hiç öyle demiyor. Mesela: Başına gelen herhangi bir olayda kişi Allah ile didişir; “Bak şu Allah’ın işine! Ben olsam bu adama cezasını verirdim” tarzı birçok yaklaşıma ve cümleye çok aşinayızdır değil mi? İşte burada konuşan Allah’a rağmen, Allah yanı sıra bir ilahtır. Yaratan Hüküm Sahibi Allah’ın kaderi sonucu oluşmuş bir işe, bir şeye tepki koymak, Allah’a akıl vermek ancak ve sadece bir ilahın işidir. Lütfen yaşadıklarımızı, yaşadığımız olaylarda verdiğimiz tepkileri bu gözle bir analiz edelim; bakalım bir ilahla karşılaşıyor muyuz? Kesin! Ama bu ilahı ortaya çıkarmak çok zordur çünkü biz onu “ben” zannederiz yani kendimiz zannederiz. Ne zaman ki Tek ve gerçek Var ALLAH’ı doğru tanımaya başlar, dunihi algı ve zanlarından kurtulma gayretine girersek o zaman o dunihi ilahı tanır ve onun nefesini kesebiliriz. Onun nefesini kesme sürecinin bir adıdır nefs terbiyesi. Demek ki nefs terbiyesi sürecinde tek öncelik “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasından ve İlahlık Hissiyatından kurtulmaktır. Bu iddia ve bu hissiyat en çok kendimizi “ben” diye takdim ettiğimiz noktalarda ortaya çıkar. İşte nefs terbiyesi bu “BEN” deyişi, bu “BEN” hissini temizlemektir, saflaştırmaktır.
Dikkat edelim ki kişi kim adına, ne adına “BEN” diyorsa o kimliğin gücü, kuvveti, ölçüsü ve yetkileri çerçevesinde bu hissi yansıtır. Hürriyetini Billahi anlamda kullanan kul nefsini takdim ederken Allah adına “BEN” dediği için Allah’a güvenen ve Allah adına “BEN” diyen hissiyattadır. Allah’a bu güven önce beyan ile başlar ve kul “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını temizledikçe bu güven artar ve tam teslimiyet noktasına kadar ilerler… Artık bu kuldaki özgüven, bu sebepten “Öz’e güven” şeklindedir. Nefs terbiyesi sürecindeki böyle kulları Kur’an ayetleri destekler ve teşvik eder (Yılmaz Dündar, Nefs Terbiyesi). İşte o ayetlerimizden bazılarının bize öğrettikleri ve önerdikleri:
Bakara-131: “Eslemtü li Rabbil Alemiyn: Âlemlerin Rabbine teslim oldum” de.
Al’u İmran-20: “Eslemtü Vechiye lillahi: Yüzümü, kimliğimi, “BEN” deyişimi Allah’a teslim ettim” de.
Nisa-45: “Ve kefa Billahi Veliyyen ve kefa Billahi Nasiyra: Bana dost ve arkadaş olarak, yol gösteren olarak Allah yeter. Bana bu yolda yardımcı olarak Allah yeter” de.
Ahzab-3: “Ve kefa Billahi Vekiylen: Bütün bu konularımın, hayatımın dizaynında benim en büyük yardımcım ve Vekilim Allah’tır, O bana yeter” de.
Al’u İmran-173: “HasbunAllahu ve ni’mel Vekiyl: Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” de.
Tevbe-129: “Hasbiyallahu, La ilahe illa HU ve aleyhi tevekkeltü ve HUve Rabbul Arşil Aziym: Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce Arşın Sahibidir.” De.
Biliyoruz ki yaşarken sergilenen bütün tavır ve davranışlar, duygu durumları hepsi kişinin ya kendine veya başkasına bir takdimdir ve bu yönüyle de bir iletişimdir; yani halle veya lisanla ifade edilen bir dildir. Ancak nefs terbiyesini önemseyen talip için bütün bunları yaşayan kişinin kim adına “ben” dediği öyle çok önemlidir ki… Çünkü bu onun “özgüvenli” mi yoksa “özüne/öze güvenli” mi olduğunu belirler. Bu kimin adına “ben” diyor oluşumuz dünya ve ahiretimiz için çok ince ve çok önemli bir yol ayrımıdır. Yaşantıda iki “ben” deyiş var: İlki, yeryüzünde halifesi kılındığımız Allah adına Billahi manada “Ben” demektir ki, bu “BEN” deyiş maalesef çok bilinmemektedir, bu yüzden de gariptir… Biraz açalım: “Müstakilen var ve muhtar ancak Allah’tır, Allah’ın dışı ve sınırı, öncesi ve sonrası yoktur, ben ve bütün kullar O’nun ilminde O’nun dilediği suretleriz” idrakiyle ve O’nun verdiği izinle O’nun adına “Ben” demek hem çok bilinmez hem de bunu duyanlar hemen bu manada “ben” deme gayretine girmezler. Çünkü büyük bir gayret, mücadele, azim, sebat, sabır, teslimiyet gerektirir. Oysa nefs terbiyesi için bu “BEN” deyiş olmazsa olmazdır. Peki, böyle “BEN” demek zor mudur, dolayısıyla nefs terbiyesi zor mudur? Hayır hiç zor değildir. Allah kuluna zorluk dilemez! Ancak kişi zor olanı yani müstakilliğini, duniHi algı ve zanları ile yaşantıyı tercih etmişse, o kişi çok kolay olan bu “BEN” deyişi kendisine zorlaştırmıştır! Diğer ben deyiş, kişinin müstakilen var ve muhtar olarak var zannettiği kişiliğiyle kendi namına “ben” demesidir. Yani “Allah’tan ayrıca benim de müstakil gücüm var, müstakil mülküm var ve ben de müstakilen hüküm sahibim” idrakiyle “ben” demektir. Yaşantıya bu “ben” deyiş hâkimdir, hepimizin yakinen bildiği “ben” deyiş budur. Öyle olunca biz de nefs terbiyesi sürecinde kurtulmamız gereken bu “ben” deyişten Allah’a sığınıyoruz, O’nun öğrettiği şekilde:
“Rabbena zalemna enfusena ve in lem tağfirlena ve terhamna le nekunenne minel hasirin: Rabbimiz zulmettik nefsimize! Eğer bize mağfiret etmez ve rahmet etmezsen muhakkak ki biz hüsrana uğrayanlardan oluruz (lütfen bize merhamet ediver, bizi bağışlayıver, âmin).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti